31 Ocak 2012 Salı

Arap parası oturduğunuz yerden size gelmez

Son yıllarda Arap dünyası ile Türkiye arasında gelişen siyasi ilişkilerin iki ülke arasındaki ticareti de geliştirmesi için birçok ticari işbirliği anlaşması yapıldı. Abu Dabili iş adamı Rashid Al Kindi’ye göre ise Arap dünyası ile Türkiye arasındaki ticari ilişkiler siyasi ilişkilerin gölgesinde kaldı. Kindi, ticaretin geliştirilmesi için ekonomi bakanının, dışişleri bakanının gittiği her yerde uçağında bulunması gerektiğini söylüyor.                        

METİN ALGÜL / metin.milat@gmail.com
Türkiye’de başta gıda olmak üzere birçok alanda ticaret ve yatırım yapan Abu Dabi’nin iş adamlarından Rashid Al Kindi, Türkiye’nin bir takım politik hareketler yaparak Arap yatırımlarının Türkiye’ye gelmesini beklemesinin doğru olmadığı ve bu yatırımların oturarak gelmeyeceğini söylüyor. Arap sermayesinin ve yatırımının gelmesi için öncelikle Türk iş adamlarının Arap ülkelerine giderek Türkiye’yi daha fazla tanıtması gerektiğini düşünen Al Kindi, “Arap sermayesinin Türkiye’ye gelmesinde öncelikle devlet daha sonra ise Türk halkına büyük görev düşüyor. Körfez bölgesinin insanı hiçbir zaman ‘bu seferlik bunu deneyelim’ demez. Körfez halkı yönlendirme bekler. Siz Arapları yönlendirmedikçe onlar buralara gelmez” diyor.
Turizm, ticaret ve yatırımın birbiriyle bağlantılı olduğunu söyleyen Rashid Al Kindi, Londra’da otellerin çoğunun Abu Dabililere ait olduğunu ve bu otellerin misafirlerinin ise Arap olduğunu söylüyor. Al Kindi, İstanbul’da Arap yatırımcılar otel satın alırsa, bunun beraberinde turizmi, ticareti ve yatırımı getireceğini düşünüyor. İstanbul’u dünya arenasında tam anlamıyla temsil edilmediğini söyleyen Al Kindi, Arapların çoğunun Paris ve Londra’daki bütün müzeleri bildiğini oysa İstanbul’daki İslamiyet’in izlerini taşıyan çok özel müzeleri bilmediklerini belirtiyor.

Türkiye’yi yatırım yapılabilecek bir ülke olarak görüyor musunuz?
Uzun zamandır Türkiye’nin politik arenada çözümlemeye çalıştığı konularla alakalı ciddi anlamda zaman ayırdığını görüyorum. Politik olarak Türk hükümeti gerçekten ciddi işlere imza atıyor ama bunun yanında politik anlamda çözmeye çalıştığı konularla alakalı gösterdiği çabanın en az birkaç mislini ekonomi bakanlığı vasıtasıyla ekonomik işlerle alakalı konularda da çözümler getirmeye yönelik çalışmalar yapmasını bekliyoruz. Dışişleri bakanlığının politik arenadaki çalışmaları güzel ama ekonomik arenada da en az o kadar başarılı olmalarını en az o kadar dikkatli olmalarını bekliyoruz. Çünkü Avrupa artık bizim için her yönüyle yaşlı bir pazar. Nüfusu itibariyle biz Avrupa’nın geleceğini artık yavaş ve yaşlı görüyoruz ama aynı anda Türkiye’nin ise Ortadoğu ve diğer ülkeler ile ortak noktada olduğunu görüyoruz. Türkiye’nin aynı zamanda Müslüman ve Sünni olması bizim için çok önemli. Bunun yanı sıra Türkiye üretimiyle, ticareti ile ciddi bir pazar. Bu noktada Türkiye ile olan ilişkilerimizin hem ticari hem yatırım anlamında çok daha güçlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Türkiye bize ekonomik anlamda ne kadar yaklaşırsa biz de en az o kadar ekonomik anlamda Türkiye’ye yakalaşacağız. Türkiye’nin ekonomi bakanının dışişleri bakanının her gittiği yerde uçağında bulunması gerekiyor ki bu sayede ilişkilerimizi daha fazla güçlendirelim.

TURİZM VE TİCARET BİRBİRİNİ BESLEYEN İKİ KAYNAK
Avrupa yatırım yapan birçok Arap sermayesi var. Türkiye’nin bu sermaye için çok uygun ortam sunduğu söyleniyor. Bu yıl Avrupa’da krizin daha da derinleşeceğini düşünürsek Arap sermayesi Türkiye’ye kayar mı?

Aslında turizm ve ticaret birbiriyle çok paralel giden birbirini besleyen iki ana kaynak. Siz Türkiye’de oturarak bu yatırımların gelmesini bekliyorsunuz. Bir takım politik hareketler sağlayarak bu yatırımların Türkiye’ye gelmesini beklememelisiniz. Arap sermayesinin ve yatırımın buraya gelmesi için öncelikle sizlerin Arap ülkelerine gitmesi lazım. Sizler gelip oralarda kendi ülkenizi temsil etmelisiniz. Şu an yapılanlar bence yeterli değil. Çok daha fazla Arap ülkesine gidip kendinizi tanıtmalısınız. Siz kendinizi oralarda temsil ettiğiniz zaman Arapları buraya daha rahat davet edebilirsiniz. Araplar burayı gördüğü zaman buradaki yatırım fırsatlarını daha fazla değerlendirecektir. Örneğin geçenlerde Nişantaşı’nda gezerken bir yer gördüm. Yanımdaki arkadaşıma bunun ne olduğunu sorduğumda okul cevabını alınca çok şaşırdım. Şehrin göbeğinde milyon dolarlık bir bina var ama siz bunu değerlendiremiyorsunuz. Tam bir otel olabilecek ya da çok ciddi yabancı bir yatırım gelip burada karlı bir işe imza atabileceği yerde bir lise var. Aslında devletinizin burada bunu görüp yabancı yatırımcıları çekmek için çaba sarf etmesi gerekiyor. Özellikle Türkiye’de otel yatırımı yapmamız sağlanmalı. Bakın Londra’da otellerin çoğu Abu Dabili yani Arap yatırımıdır. Bu ne demek yani Arap yatırımcı gelip burada otel satın alırsa bu otel en çok misafiri tabii ki Araplar olacaktır. Çünkü turizm yatırıma sebebiyet verir, yatırımda geldiği vakit beraberinde turizm getirir turizm ile birlikte ticaret de artar. Bunların hepsi birbirinden ayrılmayan bir zincirin halkalarıdır.

Sizce Türkiye bunun için uygun ortam sağlıyor mu?
Arap sermayesinin Türkiye’ye gelmesinde öncelikle devlet daha sonra ise Türk halkına büyük görev düşüyor. Körfez bölgesinin insanı hiçbir zaman “ bu seferlik bunu deneyelim” demez. Körfez halkı yönlendirme bekler siz Arapları yönlendirmedikçe onlar buralara gelmez. Bu noktada Türk yatırımcılara çok fazla görev düşüyor. İstanbul ciddi anlam dünyada çok popüler bir şehir olduğunu düşünüyorum ama potansiyelini bulmuş bir şehir değil. İnsanlar Dubai’ye geliyor görmek için… İnanın Dubai’de alışveriş haricinde görülecek hiçbir şey yok. Ama ilginç olan İstanbul’daki fiyatların Dubai’den birçok anlamda çok daha ucuz. İstanbul’u tam anlamıyla dünya arenasında temsil edemiyorsunuz. Örneğin buradaki birkaç müze dışında kimse müzeleri bilmiyor. Arapların çoğu Paris ve Londra’daki bütün müzeleri bilir ama İstanbul’daki müzeleri bilmiyorlar. Oysa İstanbul’daki müzeler İslamiyet’in izlerini taşıyor. Türkiye’nin Avrupalı turistlere bakmasının çok anlamı yok. Avrupalı turist buraya gelir ve sadece gezer. Ama bizler buraya geliriz ve alışveriş yaparız, İstanbul’a parayı gömüp gideriz. Türkiye’nin yapması gerek çok iş var çünkü daha potansiyelini tam olarak kullanmıyor.

İSTANBUL GEÇİŞ DEĞİL, VARIŞ NOKTAMIZ OLMALI
Peki, bunu nasıl yapabilir?
Siz bu ülkeyi bizim insanlarımızın tam anlamıyla tanıyabileceği pozisyona getirmediniz. Bu iş nasıl başlar derseniz, özellikle turizm yatırımında destek verip uygun ortam sağlarsanız Araplar buraya gelir oteller açar. Otel zinciri açtığınız zaman Araplar önce kendi milletinin insanını buraya taşıyacaktır. Bu sayede ülkeniz daha fazla tanınacaktır. Öncelikle turistik anlamda ülkenizin Araplara tam anlamıyla tanıtmanız gerekiyor. Benim Almanya’da evim var ama oraya gitmeden önce İstanbul’a gelip bir hafta burada kalıyorum. Benim gibi birçok Arap olduğunu biliyorum. Bizler İstanbul’u transit geçiş alanı olarak görmek istemiyoruz. Bu yüzden burada daha fazla yatırım yapmak, ev almak istiyoruz. Örneğin Almanya’da aldığım evlerin aynısını İstanbul’da çok daha pahalı. Bu noktada Almanya’da veya Londra’da gayrimenkul yatırımı yapmak Türkiye’de gayrimenkul yatırımı yapmaktan daha kolay. Bunun önünün açılması için çalışmalar yapılması gerektiğini düşünüyorum. Bu sayede İstanbul bir geçiş noktası değil varış noktamız olur.

Türkiye’de hangi sektörlere yatırım yapıyorsunuz?
Ticari anlamda gıda, içecek, tekstil ve sağlık turizm üzerine çalışmalar yapıyorum. Şu an Esteworld saç ekimi firması ile beraber çalışmalar yapıyoruz. Onların Dubai temsilcisiyim. İleriki zamanlarda Arap dünyasından buraya hasta getirmek istiyoruz. Bir diğer yatırımım ise gıda ve içecek üzerine. Koska, Özkaynak Su, Seyidoğlu gibi birçok markanın Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki bir nevi temsilcisiyim yani çözüm ortağıyım. Bazı tekstil markaları ile ilgili ortak çalışmalar yapıyorum. Özellikle ayakkabı üzerine ortaklık yapıyoruz.

FİNANSAL ORTAKLIK ŞART
Türkiye ile Körfez ülkeleri arasında bankacılık sisteminde nasıl bir ortaklık olabilir?
Finansal anlamda ortaklık yapılmalı. Örneğin Türkiye’de birçok banka var. Bunlar neden Körfez ülkelerine gelmiyor. Neden Türkiye’deki bankalar oralarda aktif bir şekilde yol almıyor? Birçok Avrupalı banka Körfez ülkelerinde aktif bir şekilde şubeleşmeye gidiyor. Bankacılık sektöründe de iyi bir durumdasınız. Ben neden bu bankaların bizim ülkemize gelmediğini merak ediyorum. Bir diğer konuda Arap yatırımcı ne kadar Türkiye içerisine yatırım yaparsa emin olun ki Arap bankaları da artık Türkiye’ye gelmek için can atacaktır. Bu da şöyle yapılabilir; Arap yatırımcılar Türkiye’ye gelir, ticaret hızlanır ve bu da bankaların karşılıklı şube açması ihtiyacını doğurur.

HELAL GIDA BİR PAZARLAMA STRATEJİSİDİR!
Helal ürünlerin değeri dünyada artıyor. 700 milyar dolara ulaşan bir helal gıda pazarı var. Bu pazarın önümüzdeki günlerde ne kadar büyümesini bekliyorsunuz?
Helal gıda, Avrupa ve dünyanın bir pazarlama stratejisidir. Türkiye’den gelen bir ürün üzerinde helal gıda damgası görme ihtiyacı içerisinde değiliz. Biz zaten Türkiye’den, Suudi Arabistan’dan çıkmış bir etin haram olabileceğini düşünmüyoruz. Onun için helal gıda sadece bir pazarlama stratejisidir. Bir de şu an dünyada kriz var ancak bizim bölgemizde para var. Bunu değerlendirmek isteyenlerde helal gıda adı altında bu paranın kendilerine gelmesini istiyor.

DEVRİMİN YAŞANDIĞI ÜLKELERE GÜNEŞ DOĞDU
Arap Birliği yaptığı açıklamada yaşanan ayaklanmaların Arap ülkelerine olan maliyetini 75 milyar dolar olarak açıkladı. Arap Baharı sonrası Türkiye’nin söz konusu olayların yaşandığı 5 ülkeye ihracatı yüzde 13 geriledi. Sizce Türkiye Arap Baharı’ndan nasıl zarar gördü?
Bu zamana kadar devrimin gerçekleştiği ülkeler rüşvet ve dış kontrollerin etkisi altındaydı. Bu bağlamda Türk şirketlerine etkisi sınırlıydı. Ancak şimdi gelinen pozisyonda devrimin yaşandığı ülkelerde tekrardan güneş doğdu. Gelen demokrasi oraları bakir birer pazar ve rüşvetin ez az olduğu pazarlar haline getirecektir. Türkiye’nin şimdi çok fazla çalışması gerekiyor. Türkiye’nin ekonomik anlamda o bölgelerde yol alabilmesi için bu zamanlarda özellikle ürettiği ürünlerle beraber bölgeye gidip tanıtım yapması gerekiyor. Türkiye çabuk davranırsa bu krizi fırsata
 
 
çevirebilir. 

25 Ocak 2012 Çarşamba

Dört milyon otomobil üretir ve satarız


Neden Yıldıray Yıldırım? 
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin önüne 4 milyon adet otomobil üretimini hedef olarak koyunca gözler otomotiv sektörüne döndü. Türkiye’nin yıllık otomobil imalatının yaklaşık dört katı olan bu rakam bir çok piyasa aktörü için üstesinden gelinemez olarak değerlendirildi. Buna mukabil ise, bazı oyuncular rakamı küçük gördü.
Türkiye, otomobil üretiminde bu rakamı yakalayabilecek bir potansiyele sahip ancak, bu rakamı dış pazarlara sorunsuz ve zamanında ulaştırmada teknik alt yapı ve birikime sahip midir sorusunu kimse sormadı.
Bugün Türk bayraklı otomobil taşıyan gemimiz bile neredeyse yok. Oysa komşumuz ve İstanbul’dan daha az bir nüfusa sahip olan Yunanistan’ın onlarca otomobil taşımacığı yapan özel gemileri var.
Türkiye, kara taşımacılığında otomobilde ihtiyaca cevap verebilir bir pozisyonu sağlayabilir. Ancak, deniz yolu ile taşımacılık hem verimlilik hem de süreklilik bakımından en sağlıklı ve en güvenilir yol olmasına rağmen, bu hususta amaalesef
Sektörle ilgili yaptığımız araştırmada çok kısa sürede Türkiye’nin en güçlü ve alanında en verimli şirketlere sahip olduğunu gördük. Ancak deniz taşımacılığında bu birikime sahip olmadığını üzülerek söylemek zorundayız.
Kara taşımacılığı konusunda üç yılda Türkiye’nin devleri arasına giren PFG Uluslar arası Taşımacılık Limited’in sahibi Yıldıray Yıldırım’ı bu haftaki konuğumuz yaptık. Yıldırım, genç yaşına rağmen mütevazı bir sermaye ile üç yıl önce kurduğu şirketini günün koşullarına uygun stratejilerle işletmesini devler ligine çıkarmayı başarmış.
Şu anda Amerika ve Avusturalya kıtaları hariç, bütün dünyaya taşımacılık yapıyor.
Büyüyen Türkiye’nin sektöründeki en hızlı büyüyen ve uluslar arası haklı bir üne sahip olan PFG’nin genç yöneticisinin röportajını Özellikle Ulaştırma, Sanayi ve Teknoloji, Hazine ve Dış Ticaret bakanlıklarının ilgi ile takip edeceğine inanıyorum.

Metin ALGÜL
metin.milat@gmail.com

Türkiye’de son 6 yılın ihracat rakamlarına baktığımızda otomotiv hep ilk sırada yer alıyor. Siz Otomotiv sektöründeki bu gelişimi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bizim yerli üretim otomobil serüvenimiz Devrim otomobilleri ile 1960 larda başladı, 1970’lerde Anadol ve yabancı ortak ve lisans altında Fiat ve Renault ile, 1980’lerde Ford ; 1990 Japon ve Korelilerin gelmesi ile Türkiye otomotiv sanayi 2000’li yıllardan itibaren Başta Avrupa , Balkanlar, Rusya federasyonu , Türki Cumhuriyetleri , Orta doğu ve Kuzey Afrika ülkeleri olmak üzere 30 u aşkın ülkeye ihracat gerçekleştirir hale gelmiştir. 2010 yılı itibari ile toplam 791.000 binek ve hafif ticari araç ihracatını gerçekleştirmiştir. Ancak bu durum Türkiye nin gerçek kapasitesini yansıtmamaktadır. Türkiye her yıl 1 milyon adetin üzerinde araç ihracatı yapabilecek kapasite altyapısına sahiptir. Kaldı ki biz otomotiv sektörü duruyoruz bu gün otomotiv yan sanayimizde bir otomotiv sektörü kadar ihracat hedefleri koşmakta. Bu elbette önemli bir gelişimdir Allah emeği olan herkesten razı olsun. Geldiğimiz nokta önemli ancak başarılması gereken hedefler önümüzde durmaktadır. Daha fazla çalışmalı ve daha fazla üretmeliyiz.
1 milyon 200 bin olan araç üretiminde hedef 4 milyon araç üretimini yakalamak. Peki Türkiye’nin alt yapısı buna müsait mi?
Şahsi kanaatim bu hedef gerçekçi ve başarılması kesinlikle mümkün olan bir hedeftir. Bu nokta yatırımların devamlılığı ve yabancıların projelere katılımının sağlanması açısından da önemlidir, bu sayede hem yabancı sermaye girişi hem de istihdam ve daha da önemlisi teknoloji transferleri sağlanmış olacaktır. Hükümetimizin aldığı doğru, cesur ve başarılı icraatları sayesinde Türkiye yabancılar için ciddi bir cazibe merkezi haline geldi. Alt yapısal sorunlarımızın olduğu doğrudur. Özellikle rekabetin son derece yoğun yaşandığı dünyamızda doğru lojistik çözümlerin üretilebilmesi son derece önem kazanmaktadır. Bu nokta da Türkiye’nin önemli sıkıntıları var; Limanlardaki kapasite eksiklikleri ki öncelikle mevcut limanların daha efektif çalıştırılması ve yeni liman yatırımları planlanmalı. Demir yolu taşıma ağımızın yetersizliği. Üç tarafı denizler ile kaplı ülkemizde denizyolu taşımasının arzu edilen seviye de olmamasını söyleye biliriz.
Türk bayraklı otomobil taşıma gemimiz var mı? Bunun olması için nasıl bir yol izlenebilir?
Türkiye de diğer sıkıntılı bir konuda kaynakların kullanımı noktasında oluşmaktadır. Sorunuz son derece yerinde ve doğru bir sorudur bu gün Türk Deniz Ticaret Filomuz özellikle dökme yükte atıl kapasitelere sahip iken otomobil taşıyabilen gemi kapasitemiz maalesef yok! 4 milyon adet araç üretim ve ihracat hedefine koşan Türkiye için biraz traji komik görülmektedir. Bu gün Türkiye ye ithal edilen, Türkiye den ihraç edilen ve Türkiye den transit geçiş yapan araç sayısının 1,5 milyonu bulduğu göz önün de bulundurulursa bu pazardan gemi taşımacılığı alanında pay alamamamız acı ve ciddi bir gerçek ve boşluktur. Maalesef bu boşluk Yunan, İtalyan, Hollandalı, Norveçli, İspanyol ve Japon armatörlerce doldurul hale gelmiştir. Türkiye’nin Otomobil Fabrikaları var, Limanları var, Tersaneleri var, Finans kuruluşları var ama otomobil taşıyan gemileri yok! Bence bu çok ciddi bir ayıp ve ülkemizin bir meselesidir. Biz PFG olarak bu noktada 2012 senesinde araç taşıyan gemi yatırımı kararı aldık. Ancak bu nokta da desteklenmeye ve teşvik edilmeye ihtiyacımız var.
Türkiye’nin otoportlara ihtiyacı var mı?
Türkiye de gerçek manada araç limanı yoktur ancak ihtiyaç vardır. Türkiye de liman yatırımının sınırlı ve yüksek maliyetli yatırım gerektirmesi ve yatırımın uzun vade de geri dönüşümü sebebi ile bu konuda çok büyük bir gelişim sağlanamamaktadır. Bu sorun sadece araç limanı anlamında değil diğer yüklerin lojistik akışı açısından da sorun olarak önümüzde durmaktadır. Bu nokta da yeni liman yatırımlarının hedeflenen ihracat rakamlarını gerçekleştirebilmek için ivedi olarak planlanmalı ve hızlı bir şekilde yatırımlar başlamalıdır.
Gemi ile taşımacılığı geliştirmek sektöre ne gibi katkı sunar?
Ülkemizin üç tarafının denizler ile çevrili olması bize bu noktada büyük avantajlar sağlamaktadır. Ancak Türkiye bu zenginliğini ve kabotaj taşımacılığını gerektiği kadar kullanamamaktadır. Deniz taşımacılığının geliştirilmesi; başta çevre kirliliği, karayollarının bakım onarımı maliyetleri ve karayollarındaki kaza oranlarının düşmesi dahil sayamadığım sosyal ve ekonomik faydalar sağlaması noktasında ülke menfaati açısından önemli bir konudur.
Sektörünüzün sorunları neler? Sizi en çok neler etkiliyor?
Sektörümüzün en önemli sorunlarının başında sektörel örgütlenmelerin eksikliği gelmektedir. Gerçek manada dernek veya birliklerin oluşturulamaması ve birey sel aktörlerin dönemsel sıkıntılarını aşmak için piyasada maliyet yapılarının altında fiyat teklifleri oluşturarak haksız rekabetin sergilenmesi sektörümüz önündeki en önemli sorundur. Sektörel örgütlenmelerin yetersizliği başta ortak alım gücü mantığının oluşturulamaması, maliyetleri düşürebilecek sistemleri üretmek yerine büyüğü daha büyüten ve küçük ölçekli yapıları ezen maliyet yapılarına dönüşmekte ve maalesef bu sistemler sektörün ihtiyaç duyduğu yeni aktör ve yaklaşımların sektörde yer bulmasını engellemektedir.
Hükümete ve Sanayi Bakanlığına ne gibi önerilerinizi olabilir?
Kanaatimce hükümetimizin ve Sanayi bakanlığımızın bu güne kadar izlemiş olduğu politikaların ne kadar doğru ve başarılı olduğu alınan sonuçlar ile sabittir. Allah kendilerinden razı olsun. Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan gibi güçlü ve karizmatik bir liderin Türkiye’yi yönetiyor olması hem ülkemiz hem de bölgemiz açısından son derece önemli ve olumlu neticeler oluşmasına vesile olmaktadır. Türkiye’nin dünya da ve bölgesinde nüfusunun artması ve lider ülke rolünü üstleniyor olması Türk işadamları için son derece verimli zemin oluştur maktadır. Türkiye bu süreci iyi kullanmalı, başta özel sektör ve temsilcileri olmak üzere tüm bürokrasimiz, ilgili kurum ve kuruluşlarımız sürecin kalıcı ve sürdürülebilirliğinin sağlanması noktasında altyapı, teşvik ve tedbirleri hızla birlikte almalıdırlar.
PFG taşımacılık çok kısa süre önce kurulmasına rağmen büyük başarılara imza atıyor. Firmanızın vizyon ve misyonundan biraz bahseder misiniz?
PFG olarak Türkiye bütünü başta olmak üzere orta doğu, balkanlar, Rusya Bağımsız Devletler Topluluğu ve Türk Cumhuriyetleri ülkeleri bütününde araç lojistiği ” taşıma, depolama ve gümrükleme” hizmetlerini yüksek standartlara haiz araçlarımız ve uzman kadrolarımız ile düşük maliyet ve yüksek katma değerli kurumsal iletişim ve bilişim alt yapımızla düzenli olarak sürdürmekte ve yeni kurulmuş olmamıza rağmen sektör liderlerinin arasında 2009 yılında 177.689 aracı 1 hasar oranı ile taşıyarak sektörümüzde ciddi bir rekora imza atmanın gururunu PFG ailesi olarak yaşıyoruz bu başarı bize inanların ve bu inancı boşa çıkartmamak için samimi gayret ve fedakar PFG ailesinin eseridir. Kendilerine bu vesile ile bir kez daha sizin aracılığınız ile teşekkürlerimi sunarım. PFG olarak çözüm ortaklarımıza düşük maliyet, yüksek kalite standartlarında bilimsel ölçme metodlarına dayanan ve sürekli gelişen bir hizmet vererek, müşterilerimizin çalışma hayatını kolaylaştırmayı misyonumuz ve bölgemizde Ulusal ve Uluslararası şirketlere rekabetçi maliyet ve yüksek kalite standartlarında hizmet sunan bir çözüm ortağı olma vizyonu ile yolumuza devam etmekteyiz.
Suriye üzerinden Arap dünyasına olan taşımacılığımız Suriye’deki son olaylardan sonra nasıl etkilendi? Araçlarınız hasar uğradı mı?
Tabii ki süreç ticari açıdan olumsuz etkilenmektedir ancak ticari hayat her koşulda devam etmek zorundadır. Savaş hali dahil İş adamları siyasi krizlerin önlenmesi ve veya büyümemesi yönünde etkin rol oynayabileceklerinden ötürüdür ki bu kanalların sürekli açık tutulması ülke menfaatleri açısından da önemlidir. Ticari ilişkiler siyasi ilişkilerden bağımsızda yürütülebilmelidir. Eğer siz oluşan talepleri bölgede karşılayamaz iseniz birileri binlerce kilometre öteden gelir ve boşlukları doldurur. Kaldı ki bu gün krizin yaşandığı yer sizin komşunuzdur. Komşunuzun evine düşen ateş sizi de etkiler zira etkilendik. Bununda ötesinde komşuluk hakkı vardır biz Komşusu aç iken tok yatamayan bir anlayışın temsilcileriyiz. PFG olarak kurulduğumuz günden bu güne değin sürekli olarak başta Suriye, Lübnan, Ürdün ve Irak olmak üzere bölge ülkelerine sefer ve hizmetlerimizi sürdürdük ve sürdürmekteyiz. Çok şükür bu güne değin ne araçlarımız ne de sürücülerimiz olumsuzluklar ile karşılaşmadılar, ümit ederim bundan sonra da araçlarımız kardeş Suriye halkının koruması ve sağduyusu altında hizmetlerini sürdürürler.
Şubat ayından itibaren alternatif olarak RO-RO seferleri başlıyor. Bu taşımacılıkta maliyetleri ne kadar arttıracaktır?
Bir yerde bir tıkanıklık var ise muhakkak alternatif çözümler bulunmalı ve üretilmelidir aksi halde tüm fatura gerçekte süreçte rolü olmayan masum ülke insanlarına çıkmaktadır. Alternatif Ro Ro hatlarına Lübnan üzerinden başlanıldı ve bu sistemin biz de içerisindeyiz. Hollandalı bir Ro Ro firması ile biz de ortak seferlere önümüzdeki ay başlıyoruz. Elbette ki alternatif yöntemler maliyet noktasında sıkıntı yaratsa dahi ticaretin sürekliliği ilkesinin devamı açısından da önemlidir. Bizim için önemli olan ticaretin ve hizmetin sürdürülebiliyor olması dır. Hamdolsun bu gün bu nokta da ciddi bir sıkıntı yoktur

20 Ocak 2012 Cuma

İşsizlik artmaya devam edecek

2011 yılında işsiz sayısında % 15 oranında azalma yaşandı. Ancak bu yıl Avrupa’daki krizin ve Türkiye’de yavaşlayan ekonomik büyümenin istihdamı olumsuz etkilenmesi bekleniyor. Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi Direktör Yardımcısı Yrd. Doç. Dr. Gökçe Uysal ise 2011 ile beraber düşüşe geçen işsizlik oranının bu yıl tekrar yükseleceğini söylüyor.

METİN ALGÜL
metin.milat@gmail.com


2011 yılında Türk ekonomisinin en başarılı olduğu alanlar ekonomik büyüme oranları ve işsizlik oranlarındaki düşüşte yaşanan gelişmelerdi. Türkiye’de 2011 Ekim döneminde işsizlik oranı, 2010 yılının aynı dönemine kıyasla 2,1 puan azalarak yüzde 9,1′e geriledi. Türkiye genelinde işsiz sayısı da geçen yılın aynı dönemine göre 447 bin (yüzde 15.4) kişi azalarak 2 milyon 454 bin kişiye düştü.
Ancak bu yıl Avrupa’da yaşanan krizin daha da derinleşmesi ihtimali ve Türkiye’nin büyüme hızının yavaşlayacak olması nedeniyle işsizlik oranlarında artış yaşanması bekleniyor. Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (BETAM) Direktör Yardımcısı Yrd. Doç. Dr. Gökçe Uysal, Türkiye’nin büyüme hızının yavaşlamasıyla birlikte işsizliğin artacağını söylüyor. Ana ihracat pazarı olan Avrupa’da yaşanacak krizin yaratacağı talep daralması yaratacağını belirten Dr. Uysal bu durumun istihdam oranlarını olumsuz etkileyeceğini ifade ediyor.
İşsizlik oranlarındaki artışın huzursuzluk, mutsuzluk ve sosyal bir rahatsızlık yaratacağını belirten Dr. Uysal, işsizliğe karşı yapısal reformların hayata geçirilmesi gerektiğini söylüyor. İşverene maliyet yaratan kıdem tazminatı konusunun düzenlenmesi ve asgari ücretin bölgesel anlamda farklılaşması gerektiğini dile getiren Dr. Uysal, eğitim konusunda da önemli reformlar hayata geçirilmesi gerektiğine dikkat çekiyor. Dr. Uysal, bu reformlar hayata geçirilirse işsizlik rakamlarının her geçen yıl daha da azalacağını belirtiyor.

Son açıklanan işsizlik rakamlarını nasıl değerlendirmek gerekir?
Türkiye’deki işgücü piyasasını incelerken iki unsura dikkat etmemiz gerekiyor. Bunların başında tarım ve tarım dışı ayrımı geliyor. Burada önemli olan tarımda genel olarak aile işletmeleri yoğunlukta. Dolayısıyla işsizlik aslında yok ya da yok denecek kadar az diyebiliriz. Bu yüzden işsizlik rakamlarına bakarken biz tarım dışına bakmayı tercih ediyoruz. Aslında 2011 yılı tarım istihdamı açısından ilginç bir yıl oldu diyebiliriz. İkinci unsur ise tarımı çıkarsak bile mevsimsel etkiler var. Dolayısıyla mevsimsellikten arındırmamız gerekiyor rakamları. Kriz döneminde hızla yükselen işsizlik oranları 2010 yılında hızlı bir düşüşe geçti, 2011 yılında da düşmeye devam etti. En son açıklanan rakamlara baktığımızda mevsimsellikten arındırılmış tarım dışı işsizlik oranı çok hafif arttı. Yüzde 11.6’dan 11.7’ye geldi. Bunun çok büyük bir kısmı inşaat ve sanayideki istihdam kayıplardan dolayı oldu. Fakat inşaat ve sanayide ciddi azalma olmasına rağmen tarım ve hizmet sektöründe istihdamlarda hızlı bir artış gördüğümüz için yüzde 11.6 rakamına baktığımızda çok az bir yükselme görüyoruz.

İNŞAAT VE SANAYİDE İSTİHDAM AZALDI
İşsizlik oranları Eylül ayında % 8.8 iken Ekim ayında % 9.1 olarak gerçekleşti. Ekim ayında yaşanan bu yükselişin sebebi nedir?
Eylül ve Ekim ayları için ham rakamları karşılaştırmak doğru olmaz. Toplam işsizlik rakamlarından çok, tarım dışı işsizlik rakamlarına bakmanın daha uygun olduğunu düşünüyorum. Burada da mevsim etkilerinden arındırılmasının önemli olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla mevsim etkilerinden arındırılmış rakamlara baktığımızda 2011 yılında en düşük olduğu dönem Eylül ayı olarak gerçekleşti. 2008 yılının ikinci yarısından bu yana işsizliğin en düşük olduğu dönem de Eylül ayıydı. Tarım dışı işsizlik oranlarını mevsimsellikten arındırıldı. İnşaattaki istihdam kaybı ve sanayide gerçekleşen istihdam kaybı da göz ardı edilemeyecek şekilde gerçekleşti. Ekim ayında işsizliğin biraz da olsa artmasını bekliyorduk. Bunun sebeplerinden bir tanesi aslında biz inşaatta üretimden çok daha hızlı artan bir istihdam görmüştük. İnşaat sektörüne baktığımızda üretimin arttığını görüyorduk ama istihdam beklediğimizin çok üstünde artıyordu. Dolayısıyla burada bir düzelme bekliyorduk o da bu ay gerçekleşti. Bu ay 95 bin civarında kayıp gördük.

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada işsizlik rakamlarının çoğalmasını ekonomimizin büyüme oranlarındaki yavaşlamaya bağladı. Bu yıl için de Türkiye’nin büyüme oranları da yüzde 4 olarak tahmin ediliyor. Ekonomideki yavaşlamayla beraber işsizlik oranları için neler söyleyebiliriz?
Ekonomik büyüme hızında bu yıl yavaşlamayı herkes gibi biz de bekliyoruz. Geçen sene ciddi şekilde hızlı büyüyen bir Türkiye vardı. Bu yıl bu ciddi büyüme oranlarının daha yavaş devam etmesini bekliyoruz. Büyüme oranlarının yüzde 4 olacağını tahmin ediyoruz. Eğer büyüme bu hızda olursa işsizlik oranları artacaktır. Bu büyüme oranlarında işsizliğin yatay seyretmesi bile çok olası değil.
Avrupa’da yaşanan ekonomik kriz Türkiye’deki işsizlik oranlarını etkiler mi?
Avrupa’daki ekonomik krizi tabii ki bizi de etkiler. Çünkü ihracatımızın büyük kısmı Avrupa’ya yapılıyor. Baktığımızda Arap Baharı da etkilemiştir. Çünkü geçtiğimiz senelerde Ortadoğu’ya olan ihracatımızı arttırmak için çalışmalarda bulunduk. Sonuç olarak Avrupa ve Ortadoğu’daki talebin kısılması bizim ihracatçımızı da olumsuz etkileyecektir. Bu noktada bakarsak onların istihdam sağladığı kişiler bundan etkilenecektir.

BU YIL İŞSİZLİK ARTAR
2012 yılı için işsizlik beklentileriniz neler?
2012 yılında ana ihracat pazarımız olan Avrupa’da yaşanacak olan kriz bizi etkileyecektir. Bu yılı Avrupa’nın nasıl geçireceği bizim için çok önemli. Avrupa’da yaşanacak olan krizin bize etkisi ihracat yoluyla olacaktır. Bunun dışında ekonomik yavaşlamaya gireceğimiz için işgücü piyasası bundan etkilenecektir. Her sene iş gücü piyasasına giren yaklaşık 600 bin kişiye iş yaratmanız gerekiyor. Ama kriz iş yaratma kapasitemizi etkileyecektir. Türkiye genç bir nüfusa sahip. Her sene iş gücü piyasasına giren yeni gençler var. Tarım dışı işgücü piyasasına senede 550 bin yeni genç mezun giriyor diye tahmin ediyorduk ancak bu rakamın son dönemlerde 700 bin civarına çıktığını görüyoruz. Bundan yola çıkarak 2012 için tarım dışı işsizlik rakamlarının yükselmesini bekliyorum.

TARIMDA KURUMSAL BİR YAPI OLMADIĞI İÇİN İSTİHDAM YÜKSEK
Tarım istihdamı neden bu kadar artıyor?
Normalde ülkelerin gelişmişlik seviyeleri arttıkça tarımda olan istihdamdan tarım dışına bir çıkış bekleriz. Avrupa ve Amerika’da gözlemlediğimiz bu aslında… Ama bizde tarım istihdamında bir artış var. Aynı miktar toprağı daha verimli işleyebildiğimiz için çalışanların tarım dışına yönlendirmemiz gerekir ancak biz de bu yok. Bunun çeşitli sebepleri olabilir. İlk olarak tarım dışı işgücü piyasasındaki işsizlik oranlarının yükselmiş olması insanları tarımda kalmaya itmiş olabilir ya da tarımdan çıkmaktan vazgeçilmiş olabilir. Diğer taraftan dünya gıda fiyatlarında bir artış görüyoruz. Yani tarımda çalışmanın getirisi artmış olarak gözüküyor. Tarım istihdam yaratmaya devam ederse gerçekte bakmamız gereken tarım dışı işsizlik oranları artacaktır. Bir başka konu da orada verimsiz işleyen bir süreç var. İstihdamda tarımın payı yüzde 20 iken üretimde tarımın payı yüzde 9-10 seviyesinde. Ama bunların birebir olması; üretimdeki payı ne ise istidamdaki payının da o olması lazım. Eğer tarımda kurumsal bir yapılanma olsaydı o zaman daha rahat olabilirdik.

GENÇLER PİYASAYI BİLMİYOR

Türkiye ortalamasında % 9.1 olan işsizlik oranı genç nüfus arasında % 17.4’e çıkıyor. Genç nüfus arasındaki işsizlik neden daha fazla?
Aslında genç nüfus işsizlik oranlarının genel işsizlik oranından daha yüksek olması beklenen bir şeydir. Gençler iş piyasasına yeni giriyor. İş gücü piyasasında tecrübeleri yok. Piyasadaki ücretleri bilmiyorlar. Dolayısıyla yeni mezun birisi iş aramaya başladığı zaman kendi becerisine sahip birisinin ne kadar maaş alacağı konusunda bir fikre sahip değil. İşverenler ise işe alacağı yeni mezun bir elemanın becerilerinden çok emin değil. Dolayısıyla iş gücü piyasasında gençler daha fazla işsizlik oranına sahip. Ayrıca orta yaşlı, evli ve çocuklu birinin kabul etmeye hazır olduğu işlerle, birine bakmak zorunluluğu olmayan, çocuğu olmayan genç insanların kabul edecekleri işler arasında farklar var. Dolayısıyla genç işsizlik oranları her zaman fazla olacaktır. Ancak yine de üniversite mezunları arasındaki işsizlik oranı ile lise mezunları arasındaki işsizlik oranını karşılaştırırsanız aslında üniversite mezunlarının daha iyi noktada olduğunu göreceksiniz.

İŞSİZLİĞİ AZALTMAK İÇİN YAPISAL REFORMLAR ÖNEMLİ
Peki, işsizliğin azaltılması için neler yapılabilir?
Bunun için birçok yapısal reform hayata geçirilmeli… Yapısal reformun en önemli ayaklarından biri kıdem tazminatı reformudur. Kıdem tazminatlarının yük olduğunu biliyoruz. İşveren bunu ödememek için bir sürü şey yapıyor. Çalışanlar da kıdem tazminatından faydalanamadıkları için mağdur durumdalar. Dolayısıyla çift taraflı daha iyi işleyecek bir sistemin getirilmesi lazım. Dünyada uygulanan ve makul olan yapıya baktığımızda bireysel hesap altında kıdem tazminatı fonu oluşturuluyor. İşveren tarafından bu kıdem tazminatı fonuna ödeme yapılıyor. Devlet de buraya bir miktar para aktarıyor. İşiniz kaybettiğiniz zaman oradan para alıyorsunuz. Bir diğer konu da asgari ücrette yaşanan sıkıntılar… Asgari ücret İstanbul ve benzeri şehirler için çok düşük ama hayatın daha ucuz olduğu diğer küçük şehirler için çok yüksek. Dolayısıyla Türkiye’de bölgesel farklılıkları göz önünde bulundurduğunuz zaman bölgesel asgari ücretin değerlendirilmesi gereken bir reform olduğunu düşünüyoruz. Bu küçük şehirlerdeki firmalar için işgücü maliyetlerini düşürecektir, büyük şehirlerde ise bir miktar yükseltecektir. Bunun dışında işsizliğin azaltılması için işgücünün eğitimi önemli. Bizim işgücü eğitimimiz kötü ve verimliliği düşük. İşgücünde olan birinin ortalama eğitim seviyesi 6-7 yıldır. Hem eğitim sisteminin içerisinde gençlerin eğitilmesi önemli hem de çıkmış bireylerin eğitilmesi önemli. Eğer bunları yapabilirsek işsizlik rakamları her geçen yıl daha da azalır.

ERKEKLER DAHA ÇOK TERCİH EDİLİYORTürkiye’deki iş gücü piyasasında kadınların oranı neden az?
Kadınların iş gücüne katılım oranları Avrupa’da benzer ülkelerle karşılaştırıldığında bile çok düşük. Kentleri baz alarak söylersek kadınların %25’i, yani her4-5 kadından biri işgücüne katılıyor. Bu rakamın içine sadece istihdam edilenleri değil iş arayanları da katıyoruz. Kadınlar ufak bir kesim olmasına rağmen iş hayatında çalışanların eğitim durumuna baktığımızda yüksek bir oran görüyoruz. İş hayatında olan kadınlar arasında ilköğretim mezunlarının % 10-20, lise mezunlarının % 30, üniversite mezunlarının ise % 70 oranında olduğunu görüyoruz. Çalışan kadınlar arasında erkeklere kıyasla üniversite mezunları yoğunlukta. Aldıkları ücret açısından kadın-erkek arasında fazla bir fark yok. Çalışan kadınların eğitim seviyesi çalışan erkeklerden daha yüksek. Ancak eğitim seviyesi aynı olan kadınlar, erkeklerden daha az maaş karşılığında çalışıyor.

Kadınların iş gücü piyasasındaki oranı az olmasını bir diğer nedeni de işverenlerin erkekleri daha fazla tercih etmesi olabilir mi?
Bu çok doğru bir nokta… İşveren için sosyal güvenlik kanunundaki çeşitli maddeler kadınları daha pahalı, daha maliyetli kılıyor. Çünkü 100 kadın çalışanı olan bir şirket yuva açmak zorunda. Bu yuvaların yönetmelikleri oldukça detaylı. Elbette yuvaların olması gerekiyor ama bunun maliyetinin işverene verilmesi yanlış. Bunu devletin karşılaması gerekiyor.

İŞSİZLİK İSYANI TETİKLER
Avrupa, Arap dünyası ve Amerika’da yaşanan olaylarda sosyal adaletsizlik ve işsizlik rakamlarına bir isyan var. Türkiye’de böyle bir isyan olabilir mi?
İşsizlik oranları artsa çıkar tabii… İşsizlik oranları arttığı zaman bizde de sosyal adaletsizlik daha çok konuşulmaya başlanacaktır. Unutmayalım ki bireylerin hayattaki en büyük gelir kaynağı aldıkları ücretler. Siz bir insanı üretken bir birey haline getiremezseniz hayatını idame ettirebilmesi için elde etmesi gereken gelirden oluyor. Dolayısıyla hayatını devam ettiremez hale geliyor. Bu da huzursuzluk ve mutsuzluğa yol açacaktır. Yani sosyal bir rahatsızlık çıkacaktır.

İŞSİZLERİN PROFİLİ

. İşsizler sıklıkla (yüzde 30.1) eş-dost vasıtasıyla iş arıyor.
İşsizlerin yüzde 87.3’ü (2 milyon 142 bin kişi) daha önce bir işte çalışmış.
Daha önce bir işte çalışmış olan işsizlerin yüzde 51.7’si hizmetler, yüzde 20.7’si sanayi, yüzde 16.8’i inşaat, yüzde 6.9’u tarım sektöründe çalışmış, yüzde 3.8’i ise 8 yıldan önce işinden ayrılmış.
İşsizlerin yüzde 30.6’sını çalıştığı iş geçici olup işi sona erenler, yüzde 12.9’unu işten çıkarılanlar, yüzde 19’unu kendi isteğiyle işten ayrılanlar, yüzde 5.9’unu işyerini kapatan/iflas edenler, yüzde 9.6’sını ev işleriyle meşgul olanlar, yüzde 12’sini öğrenimine devam eden veya yeni mezun olanlar oluşturuyor.

İŞSİZLİK RAKAMLARI (2011)
Dönem Türkiye’de işsizlik oranları(%) Genç nüfus işsizlik oranı (%)
Ocak                            11.9                                                              22.0
Şubat                          11.5                                                              20.6
Mart                            10.8                                                             19.3
Nisan                             9.9                                                             17.9
Mayıs                            9.4                                                             17.5
Haziran                         9.2                                                            18.0
Temmuz                       9.1                                                            18.3
Ağustos                        9.2                                                            18.6
Eylül                              8.8                                                             17.3
Ekim                              9.1                                                              17.4

                                                 Gökçe Uysal Kimdir?

Yardımcı Doç. Dr. Gökçe Uysal Kolaşin, 1994 yılında İstanbul özel Amerikan Robert Lisesi’nden mezun olduktan sonra 2000 yılında Galatasaray üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümü’nü bitirmiştir. 2000-2006 yılları arasında yüksek lisans ve doktorasını A.B.D.’de University of Rochester’da tamamlamıştır. 2006-2007 yılları arasında İş Yatırım Menkul Kıymetler A.Ş.’de çalışmıştır. 2007-2008 akademik yılında Bahçe şehir üniversitesi kadrosuna katılmış, 2007 yılında yardımcı doçentlik ünvanını kazanmıştır. Halen Bahçe Şehir üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi’nde (betam) Direktör Yardımcısı olarak aile ekonomisi ve eğitim ekonomisi üzerine araştırmalarına devam etmektedir

11 Ocak 2012 Çarşamba

2012 TASARRUF YILI OLACAK

2012 yılında Türkiye’nin yüzde 4 büyüme hedefini tutturup, tutturamayacağı merak konusu. 2011 yılında büyüme oranında rekor kıran Türkiye’nin yüzde 4’ü tutturmasının iddialı bir hedef olduğunu söyleyen Prof. Dr. Ege Yazgan’a göre büyüme % 2-3 seviyesinde gerçekleşecek. 2012 yılında dünyada tüm ülkelerin borçluluk oranlarının artacağına dikkat çeken Prof. Dr. Yazgan, bu yıla tasarruf tedbirlerinin damga vuracağını söylüyor.

METİN ALGÜL
metin.milat@gmail.com

Geride bıraktığımız 2011 yılında Türkiye ekonomisinde en çok konuşulan konu rekorlar kırdığımız büyüme oranlarıydı. 2011 yılını yüzde 7,5 gibi bir büyüme oranı ile kapatmayı hedefleyen Türkiye’nin 2012 hedefi ise yüzde 4’lük bir oran. Büyümede yüzde 4’ü tutturmanın iddialı bir hedef olduğunu söyleyen Prof. Dr. Ege Yazgan, cari işlemler açığının, büyüme hedefini tutturabilecek düzeyde kalabilmesi için alternatif finansman kaynaklarının bulmanın önemine dikkat çekiyor. Türk Lirası’nın değer kaybetmesi halinde enflasyonun biraz daha yukarı çıkabileceğini söyleyen Bilgi Üniversitesi İktisat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Yazgan, 2012’de Merkez Bankası’nın belirlediği enflasyon hedefini tutturmanın zor olduğunu ancak enflasyonun çift haneli rakamlara da ulaşmayacağını düşünüyor.
Dünya ise yeni yıla geçtiğimiz yıldan daha büyük endişelerle girdi. Bu yıl ülkelerin borçlanma sorununun daha da derinleşmesi bekleniyor. 2012 yılında dünyada tüm ülkelerin toplam borçluluk oranının % 7 artacak olmasından dolayı ülkelerin tasarruf önlemleri daha da sıkılaşacak. 2012’de şirketlerin istihdam politikalarını aşağıya çekerek yeni çalışan almayacaklar söyleyen Prof. Dr. Yazgan, 2012 yılının bir tasarruf yılı olacağını söylüyor.
Yeni yılda Türkiye ekonomisinde nasıl bir seyir bekliyorsunuz?
Türkiye ekonomisi 2008 krizinden sonra dünyadaki en hızlı büyüyen ülkelerden biri oldu. 2009, 2010, 2011 yılları bütün dünyayı imrendiren bir büyüme performansı sergiledi. Bu dış kaynaklı bir büyümeydi. Bu finansman modelinde bazı sorunlar olabileceği gerçeği, son dönemlerde zaten çok sık tartıştığımız, cari işlemler açığı ile birlikte kendini gösterdi. Bu büyümenin azalarak da olsa, 2012 yılında sürüp, sürmeyeceği bir soru işareti. Dünya ekonomisindeki ve özellikle Avrupa’daki yavaşlamayla beraber bizde de ekonomi yavaşlayacak. Bunun nedeni de dış finansmanının çoğunlukla Avrupa bankaları üzerinden geçiyor olmasıdır. Ancak ben bu yavaşlamanın yumuşak bir iniş şeklinde olacağını düşünenlerdenim.
BU YIL İÇİN YÜZDE 4 BÜYÜME HEDEFİ İDDİALI
Büyüme oranının 2012 yılında yüzde 4 olacağı tahmin ediliyor. Ancak yüzde 2-3 arasında olacağını da söyleyenler var. Siz bu yıl büyüme oranlarında nasıl bir yavaşlama bekliyorsunuz?
Büyümede yüzde 4’ü tutturmak bile iddialı bir hedef. Çünkü cari işlemler açığının bu düzeyde bir büyümeyi tutturabilecek seviyede kalabilmesi için finansman bulmak önemli. Belki alternatif finansman kaynakları bulunabilir. Dünyanın başka bölgelerinden sizi finanse edebilecek yerler bulabilir ya da ihracatımızı gerçekten arttırıp, ihracata dayalı bir büyümeye geçebilirsiniz. Ancak dünyanın bütün bölgelerinin yavaşladığı bir ortamda sizin ihracatınızı istenilen düzeyde arttırmanız çok zor olabilir. Dolayısıyla dediğim gibi yüzde 4 bile iddialı bir hedef. Ben yüzde 3 veya 2’nin daha gerçekçi olduğunu düşünüyorum. Sanıyorum hükümetimiz de hedefi aşağıya doğru revize etti. Bunu net olarak söylemediler ama yüzde 4 olmaz da 3 olabilir diyorlar. Türkiye’nin en önemli avantajı kamu sektöründe mali disiplinin olmasıdır. Çok sıkıştığınız anda, maliye politikalarını biraz genişleterek içeride büyümeyi biraz daha yukarıya doğru çekme olanağına sahipsiniz. Hükümet gerektiğinde bunu da kullanabilir. Açıkçası ben 2012’de kriz diyebileceğimiz negatif veya sıfır büyüme gibi bir büyüme olmayacağını tahmin ediyorum.
TASARRUF YAPILMALI
Hocam büyüme hızımız yavaşlarsa vatandaş bundan nasıl etkilenir?
Yüzde 4 büyüme dediğiniz zaman ortalama olarak Türkiye’deki vatandaşın cebine giren paradan enflasyon çıktıktan sonra yüzde 4’lük bir artış olacak demektir. Bu hiç de fena bir oran değil aslında. Gelişmiş bir ülkenin büyüyebileceği yer maksimum yüzde 4. Gelişmekte olan ülkeler için de hatırı sayılır bir büyüme. Aslında burada sorun bu büyümenin herkese eşit şekilde yansımıyor olması. Kriz dönemi de gelirini koruyamayacak olan insanları daha fazla etkileyecek. Şirketler istihdam politikalarını aşağıya çekecekler, yeni işçi almayacaklar, harcamalarını kısacaklar.
Bu yıl da ekonomimizdeki en büyük sorun yine cari açık olacak. Cari açık ne seviyelere çıkabilir?
Avrupa’daki krizle birlikte Avrupa bankaları, sermaye artırımına gitmeleri çok zor olduğu için pozisyonlarını boşaltmak zorundalar. Bu cari açığın bu düzeyleri için gerekli finansmanı bulmanızı daha da zorlaştıracak. Eğer finansman bulanamaz ise cari açık da mecburen düşecek ve sonuç olarak da büyüme yavaşlayacak. Eğer ihracatınızı arttırabilirseniz, cari açık düşüyor olmasına rağmen, büyümeyi destekleyebilirsiniz ki son çeyrekte bunun emarelerini bir miktar gördük. Dolayısıyla amaç iç talep değil, dış talepten beslenen bir büyümeye geçmek. Ancak bütün dünya yavaşlarken bu ihracatı nereye satacaksınız? Avrupa’ya satamıyorum başka bir yere yönelelim derseniz bu neresi olacak? Cari açığı büyümeyi düşürmeden indirmenin tek yolu ihracatı arttırabilmek. Aksi takdirde cari açık azalır ama buna paralel olarak büyüme de düşer. Bence, kur hareketi ile birlikte ithalat biraz azalacak, ihracat artacak ama bu büyüme performansımızı sürdürebilmemiz zor.
ENERJİ BAĞIMLILIĞINI AZALTMALIYIZ
Cari açığı azaltmak için neler yapılabilir?
Cari açığın en önemli nedenlerinden biri enerji bağımlılığı. Uzun vadeli olarak bu enerji bağımlılığını azaltacak politikalara gidilmeli. Ayrıca, ihracatı arttırmaya yönelik bir strateji izlenmeli. Bildiğiniz gibi, cari açık, yatırımlarınızın iç tasarrufun karşılayamadığı, yani dış finansman ile karşılanabilen kısmıdır. Tasarruf oranlarınızı arttırabilmek çok önemli. Uzun dönemli politikalar bu konuya odaklanmalı. Hem cari açığı düşürüp hem büyümenizi sürdürebilmeniz için ancak ve ancak ihracata yöneliyor olmanız lazım. Şu aşamada, kısa vadede, dünya ekonomisi böyle bir kriz içerisindeyken bunu yapmak zor.
2012’DE ENFLASYON ÇİFT HANELİ OLMAZ
Uzun bir aradan sonra enflasyon çift haneli rakamlara çıktı. Bu noktada son açıklanan enflasyon rakamlarını nasıl okumak gerekir?
Bunun tek bir nedeni var o da Türk Lirası’nın son zamanlarda değer kaybetmiş olmasıdır. Döviz kurundaki artış maliyetlere ve fiyatlara yansıdı. Bu yansımanın, gecikmeli etkileriyle, biraz daha süreceğini düşünüyorum. Kur değer kaybettikçe de bu maliyetteki yansıma sürecek. Ancak maliyet artışı kaynaklı enflasyonun bir sınırı vardır. Süregiden bir enflasyon olamaz. Dünyanın hiçbir yerinde kamu maliyesi sağlamken süregiden bir enflasyon olduğunu görmedim. Dolayısıyla enflasyon sıçrar, belli bir süre de orada kalabilir. Türk Lirası değer kaybederse biraz daha yukarı çıkabilir ama artmaya devam etmez. Önümüzdeki yıl ben enflasyonun belki Merkez Bankası hedefini tutturmakta zorlanabilir ama çift haneli olmayacağına çok eminim. Dünyada talep bu şekilde daralırken hem de bizim kamu maliyemiz bu kadar sağlamken önümüzdeki sene çift haneli enflasyon mümkün değil.
SORUN ENFLASYON DEĞİL BÜYÜME
Peki, hocam bu enflasyon rakamlarının vatandaş üzerindeki etkisi nedir?
2011 yılındaki enflasyon yüzde 10 düzeyinde gerçekleşecek. Ancak reel büyüme çok ciddi bir performans gösterdi. Vatandaş gelirini nominal olarak enflasyon oranında artırabiliyorsa enflasyondan etkilenmez. Burada biraz da enflasyonun hangi kalemlerde daha fazla kendini gösterdiğine bakmak lazım. Yani fiyat endeksinin alt kalemlerine bakmak gerekiyor. Ben enflasyonu 2012 yılı için bir sorun olarak görmüyorum. Bizim 2012 yılındaki sorunumuz büyüme olacak, enflasyon değil. Eğer büyüme olmazsa vatandaş esas o zaman etkilenir.
MERKEZ BANKASI DOĞRU KARARLAR ALIYOR
Merkez Bankası’nın politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Merkez Bankası bilinçli olarak belirsizliği artıran bir politika uyguluyor. Piyasaya ben seni şu aralıkta fonlayabilirim diyor. Ancak, bu fonlama, bu aralığın altında mı yoksa üstünde mi olur bu belli olmaz diyor. Faiz koridorundan bahsediyorum. Yapmaya çalıştığı şey bankacılık sektörünü kendi hedeflerine uydurmaya çalışmak. Bankacılık sektörü buna biraz direniyor. Onlar da kendi hedeflerine Merkez Bankası’nı uydurmaya zorluyorlar. Bu belli bir ölçüde piyasa ile Merkez Bankası arasında bir gerginlik yaratıyor. Sektör ya Merkez Bankası’nın politikasını anlayamadı veya anladı ama anlamazlığa geliyor. Ben genel olarak Merkez Bankası’nın cesur ve yenlikçi politikalarını doğru buluyorum.
MERKEZ BANKASI KARARLARINDA İLK 3 AY ÖNEMLİ
Merkez Bankası faiz arttırabilir mi? Peki, artış olması durumunda ne bekliyor bizleri?
Merkez Bankası kendi faiz oranını arttırmadı ama piyasada kredi faizleri zaten artmış durumda. Piyasa Merkez Bankası’ndan faiz koridorunda bir belirlilik istiyor ama Merkez Bankası bunu bilinçli olarak yapmıyor. Merkez Bankası kredi hacmini bu yolla daraltmak istiyor ve bunu da belli bir ölçüde başardı. Bunun nedeni belli. Merkez Bankası cari açığın altında yatan nedeni, yukarıda açıklamaya çalıştığım gibi, iç talep artışı, dolayısıyla kredi genişlemesi olarak görüyor. Merkez Bankası’nın faiz artırımına gideceğini düşünmüyorum. Bunun için de en kritik dönem ilk üç ay. Dış finansmanın en tepeye varacağı bu üç ay içerisinde Merkez Bankası eğer bu dönemi başarıyla atlatırsa, politikalarını bir daha değiştireceğini düşünmüyorum.
Avrupa da yaşanan kriz için bazı analistler çok kötümser bir tablo çiziyor. Gerçekten de tablo kötü mü? 2012 yılında bir toparlanma bekliyor musunuz ve Türkiye bu durumdan nasıl etkilenebilir?
Türkiye dış finansmanını Avrupa bankaları üzerinden yapıyor. Krizin getirdiği yük nedeniyle Türkiye bu finansmanı Avrupa bankalarından sağlayamayabilir. Bu da hızlı büyümemizi engelleyecektir. Türkiye 2012’de başka finansman kaynaklarına yönelebilir. İhracat olarak bakarsak Türkiye alternatif ihracat pazarlarına yönelebilir. Önümüzdeki yıl Avrupa’nın sıfır büyüyeceğini Türkiye’nin ise yüzde 2-3 düzeyinde büyüyeceğini düşünüyorum ama ben buna kriz demiyorum. Buna kriz değil Avrupa için durgunluk, Türkiye için ise düşük büyüme diyebiliriz.

Bilgi Üniversitesi İktisat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ege Yazgan, muhabirimiz Metin Algül’e yaptığı açıklamada Avrupa’nın şu an resesyonda olduğunu, ancak Avrupa Merkez Bankası’nın piyasaları rahatlatacak adımlar atacağını ve bu sayede 2008 yılında yaşanan krizin tekrarlanmayacağını söyledi.
BU YIL TL’DE KALMAK MANTIKLI
Son dönemlerde TL’de kalma konusu çok konuşuluyor. Siz Türk Lirası’nın bu yılı nasıl geçireceğini düşüyorsunuz?
Türk Lirası 2012’de biraz daha değer kaybedebilir. Bunun aşırı boyutlarda olacağını düşünmüyorum ama oynaklığı artabilir. Bu arada gelişmiş olan ülkelerin para birimlerine dikkat ettiğiniz zaman TL oynaklığı en az olan para birimlerinden bir tanesi. Bu da Merkez Bankası’nın son dönemlerde uyguladığı politikalar sayesinde oluyor diye düşünüyorum ki bu ortamda oynak olmamak çok çok zor. Belirsizliğinin bu kadar fazla olduğu dünyada oynaklık giderek artıyor elbette. Bence Türk Lirası da makul getirileri olan bir enstrümandır. Türk Lirası’nda da paranızı değerlendirmek bence 2012 için mümkündür. Sade vatandaşın TL’yi tercih etmesinde çok sıkıntı görmüyorum.
ALTIN HER ZAMAN GÜVENİLİR LİMAN
Hocam yatırım araçlarına bakarsak altın, dolar ve Avro’yu 2012’de nasıl bir yıl bekliyor?
Dünyada belirsizlik arttığı zaman sermaye hareketleri güvenli limanlara yönelirler. Genelde en güvenli liman da altın oluyor. Ya da herkes Amerikan hazine senetlerine yöneliyor. 2012’de altının ibresi biraz yukarı doğru gibi. Döviz aşağı yönlü olamayacaktır kesinlikle. Arada oynamalar olacaktır ama trend kesinlikle aşağı değil. Avrupa’da işlerin nasıl gideceğine bağlı olarak biraz daha yukarı gidebilir diye düşünüyorum. Ancak Türkiye kesinlikle 2008’in bir benzerini yaşamaz. Şu şartlarda bu görünmüyor.
EKONOMİSTLER AB’DE RESESYON ÖNGÖRÜYOR
İngiliz yayın kurumu BBC’nin yaptığı ankete göre, ekonomistler 2012′de Avrupa’ya resesyonun geri döneceğini düşünüyor. Ankete katılanların beşte biri Avro Bölgesi’nin 17 üyeyle devam etmeyeceğini, Avro bölgesinin dağılma olasılığını yüzde 30-40 olarak gördüklerini söyledi. Anket, İngiltere Merkez Bankası’na düzenli olarak tavsiyelerde bulunan İngiltere ve Avrupa’dan 34 ekonomistin katılımıyla yapıldı. Anketin resesyonla ilgili sorusuna yanıt veren 27 ekonomistten 25′i Avrupa için resesyon tahmininde bulundu.

3 Ocak 2012 Salı

Cari açık korkusu sürüyor



Türkiye ekonomisi 2011 yılını büyüme ve ihracatta gelen rekorla kapattı. İlk 9 aylık rakamlara göre yüzde 9,6 büyüyen Türkiye dünyanın en fazla büyüme kat eden ülkesi oldu. İhracatta ise 134 milyar dolarla tarihi zirve yaptı. Bu gelişmelerin yanı sıra cari açık riski halen sürüyor.
Türkiye ekonomisi küresel ekonomide yaşanan sıkıntılara rağmen başarılı bir yıl geçirdi. 2011 yılına Avrupa’da yaşanan ekonomik kriz, Amerika’daki “Wall Street” isyanı ve Arap dünyasında yaşanan ayaklanmalar damgasını vurdu. Tüm bu olumsuz gelişmelere rağmen büyümesini sürdüren Türkiye, Çin’den sonra dünyanın en fazla büyüyen ekonomisi oldu. Yılın ilk iki çeyreğinde sırasıyla yüzde 11,6 ve 8,8 ile yüksek büyüme hızını yakalayan Türkiye ekonomisi, 3. çeyreği yüzde 8,2 büyüyerek kapattı. İlk 3 çeyrek verilerine göre bu yıl yüzde 7’nin üzerinde bir büyüme bekleniyor. En fazla büyüyen sektörlerin başında yüzde 10.6 ile inşaat yer aldı. Bu sektörü yüzde 9.7 büyümeyle ulaştırma, depolama ve haberleşme; yüzde 9.6 ile toptan ve perakende takip etti.

Ülkelerin büyüme oranları – % (9 aylık)
Türkiye 9.6
Çin 9.4
Almanya 3.4
Brezilya 3.2
Euro bölgesi 1.8
ABD 1.7
Fransa 1.6
İngiltere 0.9

İhracatta rekor kırıldı

Türkiye ihracatının bel kemiğini oluşturan Avrupa pazarlarında yaşanan ekonomik krizin Türk ekonomisini etkilememesi için hükümet bir dizi önlem aldı. Zira Türkiye, ihracatının yüzde 46’sını Avrupa yapıyor, Türkiye’ye gelen turistlerin %60’ı Avrupa vatandaşı ve Türkiye’ye gelen yabancı yatırımın yüzde 70’i de AB kaynaklı. 2011 yılında ihracatta Türkiye’nin en önemli müşterisi olan Avrupa’da yaşanan krize rağmen artış gözlendi. Hükümetin 500 milyar dolarlık ihracat hedefinin açıklandığı 2011 yılında ihracat rekoru kırıldı. Bu yılın 11 ayındaki ihracat rakamları geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 19,7 artarak 122,5 milyar dolara ulaştı. Türkiye İhracatçılar Meclisi 2011’in yıllık ihracatının 134,8 milyar dolar seviyesinde gerçekleşeceğini açıkladı. Böylece en son 2008 yılında yapılan 132 milyar dolarlık ihracat rekoru egale edilecek. Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz Türkiye’nin bu performansıyla 2015′teki 200 milyar dolarlık ihracat hedefini rahatlıkla aşacağını ifade etti.

İşsizlik geriledi
2010 yılında yüzde 11,9 olan işsizlik oranları 2011 yılında son 10 yılın en düşük seviyelerini gördü. İşsizlik oranının 2,5 puan azalışla yüzde 8.8 olarak gerçekleşti. Bu oranlardan sonra işsiz sayısı 536 bin kişi azalarak 2 milyon 398 bine geriledi. İşsizlik oranı bu yıl ocakta yüzde 11,9, şubatta yüzde 11,5, martta yüzde 10,8, nisanda yüzde 9,9, mayısta yüzde 9,4, haziranda yüzde 9,2, temmuzda yüzde 9,1, ağustosta yüzde 9,2 idi. Eylül ayına kadar olan toplam istihdam 24 milyon 749 bin kişi oldu. Geçen yıl Eylül ayında istihdam ise 22 milyon 973 bin olarak gerçekleşmişti.

2011’de Türkiye ekonomisi
Büyüme oranı % 9.6 (9 aylık)
Tüketici fiyatlarındaki enflasyon oranı % 9.48 (11 aylık)
İhracat 134,8 milyar dolar (10 aylık)
İthalat 201.6 milyar dolar (10 aylık)
Dış ticaret açığı 65.1 milyar dolar (10 aylık)

Cari açık riski sürüyor
Tüm bu gelişmelere rağmen cari açık 2011 yılında ekonomide en fazla konuşulan alanlardan biri oldu. Merkez Bankası, yılın ilk 10 ayında cari açığın geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 94 artarak 65 milyar dolara ulaştığını bildirdi. İhracatta rekor kırarak ilk 11 ayda 122,5 milyar dolar seviyesine ulaşan Türkiye aynı dönemde ithalatı 220 milyar dolar oldu. Böylece Türkiye 11 ayda 97,5 milyar dolar dış ticaret açığı verdi. Cari açıktaki en önemli sebeplerden biri enerji ithalatı oldu. 2011 Ocak-Ekim döneminde gerçekleşen ithalatın içerisinde enerjiye ödenen bedel 44,2 milyar doları buldu. Söz konusu rakamlara göre, Türkiye’nin enerji ithalatı cari açığın yüzde 67′si olarak gerçekleşti. Türkiye, cari açık riskini düşürmek için özellikle enerji ithalatını azaltacak önlemler üzerinde çalışıyor. Nükleer enerji, yenilenebilir enerji alanında yatırım hazırlığında olan hükümet enerji verimliliği konusunda da bir dizi önlem almaya çalışıyor.

Cari açık nasıl azaltılmalı?
Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Türkiye’nin ciddi bir enerji ithalatçısı olmasının, cari açığın oluşmasındaki en önemli unsurlardan biri olduğunu dile getirdi Bakan Çağlayan, enerji dışarıda bırakıldığında Türkiye’de ciddi bir cari açık sıkıntısının görünmediğinin altını çizerek, bu kapsamda yapılması düşünülen nükleer santrallerin önemini vurguluyor. Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ise cari açığı en çok tetikleyen kalemin enerji olduğunu söylüyor. Geçen yıl çıkardıkları yenilenebilir enerji yasası, Rusya ile yaptıkları nükleer santral anlaşması ve önce Korelilerle daha sonra da Japonlarla başlattıkları nükleer santral çabalarının orta ve uzun vadede mutlaka bu sorunun çözümüne katkı sağlayacağını belirten Babacan, sorunun çözümünde enerjiyi daha verimli kullanabilmenin önemine de dikkati çekiyor.

Dolar tarihi rekoru aştı
2010 yılında serbest piyasada satış fiyatı 1.5520 olan dolar yılın son günlerinde rekor kırdı. Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’nın yılsonuna doğru yaptığı açıklamalar piyasaları hareketlendirdi. Başçı’nın açıklamalarından sonra 2 liraya dayanan dolar 2011 yılının son günlerinde tarihi rekor kırarak 1.92 lira seviyesine geldi. Avro ise 2011 yılını yüzde 19 civarında bir atışla kapadı. Geçen yıl bu dönemlerde 2.075 lira iken bu yıl 2.475 lira civarında seyretti. 2011’in son gününde Kapalıçarşı’da 1,8800 liradan alınan dolar 1,8890 liradan, 2,4400 liradan alınan Avro ise 2,4500 liradan satıldı.

İMKB 100 değer kaybetti
İstanbul Menkul Kıymetler Borsası da Avrupa’da yaşanan krizden nasibini aldı. Avrupa borsalarında yaşanan dalgalı seyir en çok İMKB’yi etkiledi. Yabancıların payı yüzde 62-63 civarında olan İMKB bu yıl yüzde 23 değer kaybetti ve yılı 51,266 seviyesinden kapattı. İMKB 100 Endeksi bu yıl en düşük 48,600 en yüksek ise 70,335 puanı gördü. Aralık ayı itibariyle yabancıların ellerinde bulunan hisseler 16.1 milyar adet ile toplam 87.5 milyar liraya ulaştı.

Altın hem üzdü hem güldürdü
Türkiye de en çok tercih edilen yatırım aracı altın 2011 yılında yatırımcısı hem sevindirdi hem üzdü. Kapalıçarşı’da spot altın 2011 yılında yüzde 35.75 değer kazanarak 70,1788 TL/gr’dan 95,2477 TL/gr seviyesine yükseldi. 2011 yılının son günlerine girerken altın hala el yakıyor. 2011 yılının son gününde çeyrek altın kuyumcularda 165 liradan satılırken 153 liradan alındı. Yarım altında aynı fiyatlar 310-320 aralığına çıkarken tam altın olan Cumhuriyet altınında fiyat 660 lira seviyesine çıktı.

2012 zor geçecek
Bu yılı rekor büyümeyle kapatan Türkiye için 2012’deki birinci öncelik cari açığın azaltılması olacak. Hükümet, cari açığı azaltmak için yapısal sorunları çözmeye yönelik politikalar hayata geçirmeyi düşünüyor. Orta vadeli programda 2012’de büyümenin yüzde 4 olacağını belirtiliyor. Uluslararası Para Fonu’nun ( IMF ) tahmini Türkiye ekonomisinin yüzde 2.2, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı-OECD’nin tahmini ise yüzde 3.5 büyüyeceği yönünde. 2012’de Türkiye’de en çok tartışılacak ekonomideki büyüme hızında sert bir düşüş mü olacağı, yoksa yumuşak bir iniş mi yaşayacağı konusu olacak. Türkiye’nin 2012 enflasyon hedefi yüzde ise 5. Bu yılsonunda yüzde 10’a ulaşması beklenen enflasyonun önümüzdeki yılın ortasından itibaren düşüşe geçmesi bekleniyor.

Türkiye’nin 2012 beklentileri
Konu Hedef
Ekonomik büyüme oranı % 4
Bütçe büyüklüğü 184.6 milyar dolar
Toplam Milli Gelir 1.426 milyar TL
Kişi Başına Milli Gelir 10.973 dolar
TÜFE Yıllık % 5.2
İhracat 148.5 milyar dolar
İthalat 248.7 milyar dolar
Dış Ticaret Dengesi -100.2 milyar dolar
Cari Denge -65.4 milyar dolar
İşsizlik % 11.7
Enflasyon Oranı % 5
Turizm Geliri 24 milyar dolar