27 Mart 2012 Salı

Gençler, çok hızlı ve rahat borçlanıyor!

Geçtiğimiz dönemde konut fiyatlarında ve faizlerde yaşanan gelişmeler konut finansmanı maliyetlerinde yüzde 30 civarında artışa neden oldu. Buna rağmen özellikle genç nüfusun son yıllarda çok hızlı ve rahat borçlandığını söyleyen DD Mortgage Genel Müdür Murat Aysan, tüketicileri borçlanma konusunda uyarıyor. Borçlanırken çok dikkatli olmak gerektiğini belirten Aysan, borçlanmanın çocuk sahibi olmak veya evlenmek gibi önemli bir karar olduğunun altını çiziyor.
Metin Algül / metin.milat@gmail.com

Türkiye nüfusunun yüzde 50’si 30 yaşının altında. Gençlerin birçoğu evlenip, yeni bir hayat kurmak istiyor. Bu nedenle ilk iş olarak ev almak üzere bankaların kapısını çalıyorlar. Genç nüfusun son yıllarda çok hızlı ve rahat borçlandığını söyleyen DD Mortgage Genel Müdür Murat Aysan, borçlanırken çok dikkatli olunması gerektiğini belirtiyor ve “Borçlanmak çocuk sahibi olmak, iş değiştirmek ve evlenmek gibi bir şeydir” diyor.
Konut kredisi kullananların yüzde 1’nin kredisini geri ödeyemediğini söyleyen Aysan bunları ticari faaliyetlerinden dolayı icra takibine düşmek, gücünün üstünde borçlanmak ve aile düzeninin bozulması olarak sıralıyor. Bu nedenle tüketicileri ve özellikle gençleri borçlanırken daha dikkatli davranmaları konusunda uyarıyor. Türk halkında “borç yiğidin kamçısıdır” algısı olduğunu söyleyen Aysan’a göre bu durum sürdürülemez. Bankalardan kredi alırken geri ödeme için en uygun vadenin belirlenmesi gerektiğini salık veren Aysan, “En rahat ödenecek ve bitirilip kurtulunan vade en uygun vadedir” diyor.
KONUT KREDİLERİ FİYATLARI ARTIRDI
2011’de konut satışları ne kadar arttı, kaç konut satıldı?
Aslında geçmiş dönemlere bakmamız lazım. Konut sektöründeki ilk önemli büyümeyi 2005-2006 yılına geri dönerek bakmak lazım. Bu sürece kadar gayrimenkuller hep peşin para ile alınırdı. Ancak 2005 yılından sonra konut kredileri yaygınlaştı. Vadeler uzadı, faizler yeni ekonomik koşullarla beraber çok düştü, satın alma gücü önemli miktarda yükseldi ve hayatımıza önemli miktarda konut finansmanı girdi. Bu konut finansmanının yardımı ile ve ekonomideki gelişmelerle beraber hem fiyatlar yükseldi hem de inşaat sektörü önemli miktarda gelişim gösterdi. Bu süreçten sonra 50 bin bile olmayan konut kredileri ile alınan gayrimenkullerin adedi yıllık 450 bin sınırına kadar yükseldi. Bu gelişme 2005-2009 yılları arasında yaşandı. Amerika’da başlayan krizin ardından sektörde bir durgunluk oluştu, faizler yükseldi ve 2010 ile beraber düzelmeye başladı. Konut finansmanları ve buna bağlı konut satışları önemli miktarda gelişim gösterdi.
YILLIK 750 BİN KONUT İHTİYACIMIZ VAR
Bu yılın nasıl geçmesini bekliyorsunuz? Talep azalır mı?
Bu yılın ilk 6 ayı yavaş geçecek. Yılbaşında bu yana büyüme ise kabaca sıfır. Bunun bir miktar iyileşeceğini tahmin ediyoruz. İkinci yarıdan itibaren faizlerin düşmeye başlayacağını ve üçüncü çeyrekte düşen faizlerle beraber konut pazarının ve buna bağlı konut kredisi pazarının hareketleneceğini düşüyoruz. Bunun dışında nüfusumuzun yüzde 50’si 30 yaş altında. Daha çok kentleşiyoruz, ekonomimiz çok hızlı bir şekilde gelişiyor ve ihtiyaçlar çok farklı hale dönüşüyor. Dolayısıyla bizim sürekli ve düzenli yıllık 500 bin ile 750 bin arasında konuta ihtiyacımız var. Örneğin İstanbul’da şuan da 14 milyon kişi yaşıyor. Önümüzdeki 5 ila 7 yıl içinde bu rakamın 20 milyon sınırına dayanması bekleniyor. İstanbul deprem bölgesi olduğu için kaliteli, iyi yapılmış konutlara ihtiyacımız var. Arzın azalmasını ekonomik koşullara bağlayabilirsiniz ama talep hiçbir zaman azalmayacak.
Ekonomik büyüme hızındaki yavaşlama konut piyasalarını nasıl etkiler?
Faiz oranları, munzam karşılıklar ve finansal sektör üzerine alınan önlemler ve bunun dışında kurullarda da bir dizi önlemler alındı. Örneğin konut finansmanının yüzde 25’nin mutlaka sermaye ile karşılanması, konut kredisi alacak kişinin alacağın konutun en az yüzde 25’ni cebinde ödemesi geri kalan yüzde 75’ne finansman bulması gibi. Bunlarla beraber faiz oranlarının yüzde 9’dan yüzde 14-15 seviyesine çıkmasıyla beraber maliyetler çok arttı. Örneğin; konut finansmanı kullanan birisinin aylık maliyeti yüzde 20 civarında arttı. Eskiden 1.000 lira yatırıyorsa yeni faiz oranlarında 1.200 lira yatırması gerekiyor. Konut fiyatlarına gelince ilk 6 aydaki hızlı ekonomik gelişme konut fiyatlarını da yukarı doğru itti. Konut fiyatlarında genel olarak bakıldığında bölgesel değişiklikler görülse de Türkiye genelinde yüzde 10 civarında arttı. Bir taraftan konut fiyatı artıyor, diğer taraftan kredi maliyeti artıyor ve ikisini birleştirdiğinizde yüzde 20 ile yüzde 40 arasında ortalama 30 civarında konut finansmanı veya konut almak pahalılaştı. Bunlar da konut piyasasını yavaşlattı.
KENTSEL DÖNÜŞÜM, 2B VE MÜTEKABİLİYET SEKTÖRÜ CANLANDIRIR
Önümüzdeki dönemde konut piyasasının gelişimini nasıl görüyorsunuz?
İki önemli hikayesi var… İlk olarak 2B arazisi dediğimiz orman arazilerinin ama aslında ormanlıktan çıkmış arazilerin yeniden ekonomiye kazandırılması ve kentsel dönüşüm projeleri çok önemli. Bunların ikisi ile beraber bir de mütekabiliyet dediğimiz yabancıların Türkiye’de konut alması ile ilgili yasa var. Bu 3 konunun bu sene devreye girmesi bekliyoruz ancak etkilerini görmemiz hemen olmayacaktır. Bu senenin sonuna doğru bunların etkisini görebiliriz. İkinci önemli hikaye ise finansman maliyetlerinin ucuzlamasıdır. Dünyadaki çalkantılı dönem bir türlü netleşmedi. Bunun da Türkiye’ye birçok etkisi oluyor. Bütün bu yavaşlama konut finansmanı maliyetini aşağıya doğru itecektir. Faizlerin sürekli 14-15-16 olması mümkün değil bu rakam makul seviyelere gelecektir bu da konut finansmanını ve konut piyasasını son çeyrekten itibaren canlandıracaktır.
Vatandaş için hangi sürede borçlanmak en mantıklısı?
Aldığınız krediyi hiç zorlanmadan ödenecek vade en mantıklı vadedir. Dolayısıyla faiz oranları vadeye göre değişmediği ve çok az değiştiği için aslında en rahat ödenecek ve bu krediden bitirilip, kurtulunan vade en uygun vade. Unutmamak azlım benim için 5 başka biri için 7 diğeri için 10 sene veya 12 sene ideal olabilir o yüzden bunu çok iyi hesaplamak gerekir. Beklemediğiniz bir zaman geldiği zaman 3-5 ay geçineceğimiz bir miktar paranın da kenarda duracağını düşünürsek borçlanırken ona göre borçlanmamız gerekiyor. Bizim halkımızda “borç yiğidin kamçısıdır” diye bir algı var ama hayat öyle dönmez. Bu yüzden çok dikkatli olmak gerekir. Bunun dışında son dönemlerde genç nüfus çok hızlı ve rahat borçlanıyor. Üstelik bunun bir borç olmadığını, bir varlık olduğunu düşüyorlar. Ancak buna çok dikkat etmek gerekir. Borçlanmak çocuk sahibi olmak, iş değiştirmek ve evlenmek gibi bir şeydir. Örneğin zora girip evin icra yolu ile satılırsa ev kendi değerine gitmez 100 liralık ev çok daha altından satılır ve önemli miktarda zarar oluşabilir. Bu yüzden gençlerin çok daha dikkatli olması lazım.
KREDİ KULLANANLARIN YÜZDE 1’İ BORCUNU ÖDEYEMİYOR
Borcunu ödeyemeyenlerin oranı nedir?
Toplam konut kredisi stoğunun kabaca yüzde 1’i sorunludur. Bunlar kanuni takibe düşmüştür. Bu kanuni takiplerin 3 tane ana nedeni var. Birincisi bu konutu alan kişi başka ticari faaliyetlerinden dolayı zora düşüyor belki konut kredisini ödüyor ama diğer borçlarından dolayı zora girdiği için bir icra takibi başlıyor. Birinci dereceden ipotekte olan konut finansmanı banka o da icra girmek zorunda kalıyor. İkinci önemli neden de ödeme gücünün çok üstünde borçlanma bununla beraber işsiz kalma veya harcamalardaki önemli miktardaki artış. Üçüncü konu ise aile düzeninin bozulması gibi nedenlerden dolayı kredilerin yüzde 1 sorunlu hale dönüşüyor.

MERKEZ BANKASI’NIN BİRKAÇ SENARYOSU OLMALI
Faizlerin düşmesi bekleniyor. Şu anda mortgage kredisi faizleri ne kadar ve önümüzdeki dönemde ne olmasını bekliyorsunuz?
Faizlerin çok yakın gelecekte hızla aşağıya düşmesini beklemek doğru değil. Dünya ekonomisinde yaşananlarla beraber Türkiye ekonomisi de çok hızlı pozisyon değiştirmek zorunda kalıyor. Buradaki en kritik soru şu aslında? Türkiye Merkez Bankası bu değişikliklere ne kadar hazır, kaç tane senaryo çalıştı. Çünkü tek bir senaryo ile bu işin altından kalkamazsınız. Merkez Bankası yönetiminin senaryo hazırlıklarını çok olumlu görüyorum. Çok fazla senaryoya hazırlıklılar. Bunun avantajını ileriki dönemlerde göreceğiz. Ben faizlerin yeni düşeceği seviyenin özellikle bu yılın son çeyreğinde olacağını ve oraya kadar biraz daha bu seviyeler de gideceğimizi tahmin ediyorum.

MÜTEKABİLİYET ÖNCE BÜYÜK YATIRIMCIYI ÇEKER
Yabancılara konut satışının kolaylaştırılması halinde, yabancılara kaç konut satılabileceğini tahmin ediyorsunuz?
Bununla ilgili konuştuğumuz inşaat firmalarının sahiplerine soruyoruz onlar çok büyük bir patlama bekliyor. Devlet tarafından yapılan açıklamada belirli planlar çerçevesinde daha temkinliler. Bu tür bir izne açtığınız ve bu tür bir prosedürü kolaylaştırdığınızda hemen bireyler gelecek ve Türkiye’de konut alacaklar diye düşünmemek lazım. İlk gelen yatırımcılar genellikle çok büyük yatırımcılar olacaktır. Ticari amaçla yatırımcılar geliyor. Örneğin 250 tane projeden 1 odalı ev alıyorlar sonra bu projenin bitmesini bekleyip burayı kiralıyor veya satıyorlar. Genellikle gelen ilk yatırımcılar böyle geliyor. Biz az sayıda yatırımcının ama büyük yatırımcının gelmesini beklemeliyiz. Bunun devamında onlarla beraber turizm sektörünün gelişmesi ile tek tek insanlar da gelmeye başlıyor. Önümüzdeki dönemde büyük yatırımcıları büyük sıklıkla göreceğiz. Hatta bu yasa geçer geçmez göreceğiz. Bunlar finansmanları kendi ülkelerinden sağlamış ve peşin para ile gelip alacaklar. Daha sonra bireysel yatırımcılar gelecek ama 2014 veya 2015’den önce Türkiye’den bireysel olarak konut edinmek isteyecek bireysel yatırımcı sayısı çok fazla olmayacak

21 Mart 2012 Çarşamba

70′li yılların tüzüğüne göre yargılanacaklar!


İstanbul Esenyurt’ta bir alışveriş merkezi şantiyesinde çıkan yangında 11 işçinin hayatını kaybetmesi ve Adana’da baraj kapağının patlaması sonucu 6 işçinin hala kayıp olduğu ölümlü iş kazaları, iş güvenliği yasasını tekrardan gündeme getirdi. İş Güvenliği Uzmanı Fırat Şükrü Eker “Bizdeki asıl sorun tüzüklerimiz. Bizim tüzüklerimizi 3 tanesi 70’li yıllardan kalma. Ne yazık ki bu kazada o tüzüğe göre değerlendirilecek” dedi.
Metin ALGÜL
metin.milat@gmail.com


Son dönemlerde yaşanan iş kazalarının en üzücü ve en büyüklerinden bir tanesi Esenyurt’ta inşaat şantiyesinde çıkan yangın sonucu 11 işçinin hayatını kaybetmesi oldu. Bu kazanın sonucunda 11 kişi gözaltına alındı ve mahkeme kararı ile 6 kişi tutuklandı. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) Başkanı Fatih Acar da geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada iki işçinin yangından sonra sigortalandığını teyit etti.
İvme Yönetim Danışmanlık Genel Müdürü ve İnşaat Yüksek Mühendisi olan Fırat Şükrü Eker, inşaat firmasının hem maddi hem de manevi olarak ceza alacağını söylüyor. A Sınıfı İş Güvenliği Uzmanı da olan Eker’e göre Çalışma Bakanlığı’nın yapacağı inceleme sonrası inşaat durdurulabilir veya kapatılabilir. Eker, söz konusu ölümlü bir iş kazası olduğu için Türk Ceza Kanunu’na göre ölüme kusurla sebebiyet vermekten dava açılacağını; ailelerin hem maddi hem manevi tazminat davası açabileceklerini ve SGK’nın da tazminat ödemelerinden oluşacak mağduriyetini işverene dava açarak karşılayacağını söylüyor.
Ancak inşaat şirketinin 70’li yılların tüzüğüne göre yargılanmasını eleştiren Eker, 70’li yıllarda yüksekte çalışma sınırının 3 metre olduğunu hatırlatarak “Bunları adım adım değiştirmemiz gerek” diye konuşuyor.

İstanbul’da yaşanan son yangın olayını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İnşaat sektöründe son yıllarda yaşadığımız iş kazalarından en büyüklerinden bir tanesini Esenyurt’ta yaşadık. Ben yangından sonra hemen bölgeye gittim ve benim ilk tespitlerime göre de yangının çıkma sebebi çadır ortamında işçiye bir barınma imkanı sağlanmış olması. İnşaat alanında aynı zamanda konteynerlar da var. Bazı çalışanlar buralarda kalırken bazıları da çadırlarda kalıyordu. Buradaki başka bir sıkıntıda fazla sayıda insan çadırda barınıyordu. İş Sağlığı Güvenliği Mevzuatı’nda kişi başı 12 metreküp hava hakimiyeti gerekiyor. Demek ki 60 metreküp alanda 5 kişiyi barındırabilirsiniz. Bu çadırlar buna elverişli değil. Bunun yarattığı sıkıntılar sağlıklı kalma koşulunu zorlaştırıyor. Bunun dışında 50 kişinin bir arada kaldığı yerde insanları tahliye etmek de, yangına müdahale etmek de zorlaşıyor. Yeterli sayıda yangın söndürücünün olmaması da böyle felaketleri getiriyor.

BAKANLIĞIN ARA ARA DENETİM YAPMASI GEREKİYOR
Peki, bu inşaatlar hiç denetlenmiyor mu?
İnşaat yönetmeliğinde inşaat alanını denetleme izni yok ama iş kanununa göre işveren denetimden sorumludur. Yeni çıkacak İş Sağlığı Güvenlik Kanunu da bunu söylüyor. İşveren gerekli risk analizlerini yapmak, uygun ekipmanı sağlamak ve oradaki uygulamayı denetlemek zorunda. Örneğin; çok güzel bir koğuş yaparsınız ama orada iş sağlığı güvenliği açısından yine sorunlar olabilir. Isıtma sorunu olabilir, hava kalitesinde sorunlar olabilir. Planlama, uygulama ve denetimden işveren zaten sorumludur. Bunun dışında Bakanlığın yine de ara ara denetim yapması gerekirdi. Ancak binlerce inşaat ve şantiye var. Bakanlığın bunların hepsine yetişmesi de zor. Asıl sorumluluk işverenin kendisindedir.

Yangında sonra mahkemeye sevk edilen 11 kişiden 6’sı tutuklandı. İnşaat firması bu yangından sonra nasıl cezalar alabilir?
Hem maddi hem de manevi olarak ceza alacaklar. İlk olarak kamu davası açılacak. Burada ölümlü bir iş kazası olduğu için Türk Ceza Kanunu’na göre ölüme kusurla sebebiyet vermekten dava açılacak. Bu çok önemli bir dava çünkü 1 değil 11 kişinin öldüğü bir kaza yaşandı. Bunun dışında bir de ailelerin açacağı dava var. Aileler hem maddi hem de manevi tazminat davası açabilecekler. Bir de Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) orada yaşanan iş kazasından dolayı ödemeden dolayı oluşacak mağduriyetlerini işverene dava açarak karşılamaya çalışılacak. Çalışma Bakanlığı’nın her yıl yayınladığı ceza tarifeleri var. Burada uyulmayan her bir önlem, sigortasız çalıştırılan işçi, diğer uygunsuzluklar ile ilgili çeşitli para cezaları var. Bunun dışında idari cezalar var. Örneğin, o şantiye kapatılabilir veya geçici olarak yapılan iş durdurulabilir. Buna Çalışma Bakanlığı’nın müfettişleri karar verecek.


Türkiye’de en çok hangi sektörlerde iş kazası oluyor?
Tabii, metal sanayinde ve fabrikalarda iş kazası sayısı daha fazla. Ancak ölümlü iş kazalarında inşaat sektörü son verilere göre yüzde 33 ile birinci sırada. İş kazasında gerçekleşen her 3 ölümden biri inşaat sektöründe gerçekleşiyor. İnşaatın ardından ise madencilik ve taşımacılık sektörü geliyor. İnşaat sektörü bu konuda yıllarca birinciliği kimseye bırakmadı.
İ
NŞAAT SEKTÖRÜNDE ÇALIŞANLAR EĞİTİMSİZ
Neden inşaatlarda iş kazası fazla?
Çünkü geçici görülen bir iş… Bu yüzden de yeterli ilgiyi göremiyor. Çünkü ödenen paranın karşılığı imalata tam yansımıyor gibi görülüyor. Bunun dışında işçi tarafı da çok istekli değil, işçiler çok düşük paralara çalışıyor. Eğitim seviyesi düşük, mevsimlik işçiler çok fazla ve sektörün de getirdiği sıkıntılarda var. İnşaat sektöründe hava şartlarıyla da bir mücadele var. Bunlardan dolayı inşaat sektöründe iş kazaları daha fazla yaşanıyor.

AVRUPA’DA BİRİNCİ SIRADAYIZ
Türkiye iş kazalarında dünyada nasıl bir konumda?
Ölümlü kazalarda Avrupa birincisiyiz, dünya içerisinde ise üçüncü olduğumuzu tahmin ediyoruz. Bizdeki asıl sorun tüzüklerimiz. Bizim tüzüklerimizi üç tanesi 70’li yıllardan kalma. Ne yazık ki bu kaza da 74 yılı tüzüğüne göre değerlendirilecek. Örneğin 74 yılındaki bakış açısına göre yüksekte çalışma sınırı 3 metre. Yasa üst düzey belirleyicilik bizim için sorun tüzükler ve bu tüzükleri adım adım değiştirmemiz gerekiyor.

YENİ YASADA İŞÇİ YOK, ÇALIŞAN VAR
Peki, yeni çıkacak yasa ile şimdiki yasa arasındaki farklar neler?
En önemli fark yeni çıkacak İş Güvenliği Yasası’nın müstakil bir kanun olması. Çalışma Bakanlığı daha önce bu konuları İş Kanunu içinde çeşitli maddelerde değerlendiriyordu. Şimdi o maddeleri orada çekiyoruz ve yeni bir kanunda tekrardan maddeleştiriyoruz. Bir diğer önemli konuda Avrupa Birliği uyum yasalarından gelen noktalar vardı. Bunlar yeni kanunda tekrar yerini buluyor. Eski kanun 2003 yılına ait. Yeni çıkacak kanun 2012’de ve son yenilikler de bu kanunda yerini bulmuş olacak. Yeni yasada işçi kelimesi kalkıyor ve bunun yerine “çalışan” dediğimiz kavram geliyor. Çalışan deyince sadece işçi değil, devlet memurları, esnaf kesimi de bunun içine giriyor. Hem devlet hem özel sektörde çalışanlar bu kapsama alınıyor. Yeni çıkacak yasada bir başka yenilik de 50’den fazla işçi çalıştırıyorsanız iş sağlığı konusunda daha fazla yükümlülüğünüz vardı. Hekim çalıştırmanız, uzman çalıştırmanız gerekiyordu. Şimdi yeni yasaya göre bir firma 10 kişi ve üzeri eleman çalıştırıyorsa bütün bu yükümlülükleri yerine getirmek zorunda. Bu önemli bir yenilik çünkü iş sağlığı konusunu biraz daha tabana yayıyor. Yeni yasada maddi cezalarda da bazı yeni tanımlamalar var. Verilen cezalar artıyor. Bir de risk yönetimi dediğimiz bir konu var. AB üye ülkelerinde mecburi olan risk yönetimi yeni kanunla burada da mecburi hale geliyor. Risk yönetiminde işveren planlamada, uygulamada risk analizi yaparak iş sağlığı güvenliği konularını ele almak zorunda.

Yeni çıkacak yasa işçilere ne tür haklar getiriyor? İşçiler çıkacak yeni yasa ile beraber kendilerini daha fazla rahatta hissedebilecekler mi?
İlk olarak sahipsiz olmadıklarını ve işçiler arasında bir ayrım gözetilmediğinin farkına varacaklar. Ancak genelde bu tür yasalar işveren açısından yenilikler getiriyor. Dolayısıyla gerçekten işini iyi yapmak isteyen işverenlerin hepsi iş sağlığı güvenliğini prosedürlerine koymak zorundalar. En ufak bir firma 10 kişi ve üzerinde eleman çalıştırıyor. Bu yüzden işçiye daha fazla ilgi gösterileceğini düşünüyorum. Yeni yasada işçinin de yükümlülükleri var. İşçi işverenin koyduğu kurallara uymak zorunda, verdiği malzemeyi kullanmak zorundadır.

Yeni çıkacak yasada bir işçi beğenmediğini bir işi reddetme hakkına sahip mi?
İşçi yakın ve ciddi bir tehlike gördüğü zaman işten kaçınma hakkına sahip. Kaçınma hakkını kullanırken işveren bildirmesi gerekiyor.

Yeni yasa ne zaman çıkar?
Bu yaşanan olayların tetiklemesiyle beraber yani Haziran ayına kadar yeni İş Güvenliği Yasası’nın yasalaşacağını düşünüyorum.

EN FAZLA İŞ KAZASI İNŞAAT SEKTÖRÜNDE!
Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) rakamlarına göre dünyada her yıl yaklaşık 2.2 milyon insan, iş kazaları ve meslek hastalıkları nedeniyle yaşamını yitiriyor. Yaklaşık 270 milyon iş kazası gerçekleşiyor, 160 milyon insan meslek hastalığına yakalanıyor. İş kazalarında rekor ise inşaat sektöründe… Ülkemizde karşılaşılan ölümlü iş kazalarının yüzde 33’ü inşaat sektöründe gerçekleşiyor. İnşaatı; madencilik, metal, tekstil ve taşımacılık gibi sektörler izliyor. Türkiye’de 1945 yılında yürürlüğe giren İş Kazaları, Meslek Hastalıkları ve Analık Sigortaları Kanunu’ndan bu yana iş kazası ve meslek hastalığı sonucunda ölen ve sakat kalan işçilerin kaydı tutuluyor.1946′dan 2010 yılına kadar iş kazaları sonucu ölen işçilerin sayısı 59 bin 300’e ulaştı. Son 10 yılda toplam 10 bin 723 işçi, her yıl ortalama 1.072 işçi hayatını kaybetti. Sosyal Güvenlik Kurumu verilerine göre 2010 yılında 62 bin 903 iş kazası ve 533 meslek hastalığı vakası meydana geldi. Bu vakalardan 1 bin 454 kişi hayatını kaybederken 2 bin 85 kişi ise sürekli iş göremez raporu aldı. Türkiye’de iş kazalarının en fazla yaşandığı il 7 bin 991 kaza ile İstanbul geliyor. Daha sonra ise 7 bin 942 iş kazası ile İzmir ve 7 bin 580 ile Bursa geliyor. 2011 verileri ise henüz yayınlanmadı.

11 Mart 2012 Pazar

Türk Lirası’nın yeni simgesi daha iyi olabilirdi !

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Türk lirasının yeni simgesini açıklamasının ardından simge tartışılmaya başlandı. Açıklanan simgeyi kimi Euro’nun, kimi Pound’un, kimi ise Ermenistan para birimi Dram’ın simgesine benzetti. Türkiye’nin ilk marka danışmalık şirketinin kurucusu ve marka uzmanı Güven Borça’ya göre ise simge estetik ve tipografik açıdan biraz daha iyi olmalıydı.
Metin Algül
metin.milat@gmail.com

Türk lirasının yeni simgesi günlerdir tartışılıyor. CHP simgenin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın isminin baş harfini anımsattığını bile iddia etti. Bir simgenin biraz para birimine benzemesi gerektiğini söyleyen marka uzmanı Güven Borça “Çok uyduruk bir simge yaparsanız insanların bunun para birimi olduğunu anlamazlar bu açıdan Türk lirasının simgesine bakarsak iyi bir simge. Estetik ve tipografik açıdan biraz daha iyisi olmalıydı” diyor.
Simge yarışmasının çok aceleye geldiğini düşünen Güven Borça, “Bir ülkenin logosunu yapabilecek çaptaki grafiker sayısı belli. Ben olsam en fazla 5 sağlam grafikere verirdim” diye konuşuyor. Yeni simgenin yeterince tanıtılmayacağını düşünen Borça, bundan yıllar önce paradan 6 sıfırı atıp yeni para birimine geçtiğimiz dönemde tanıtım yapılmaması nedeniyle insanlar halen 1 lira yerine 1 milyon lira dediklerini hatırlatıyor.
Türk lirası için neden bir simgeye ihtiyaç duyuldu?
Dünyadaki bütün güçlü para birimlerinin güçlü sembolleri var. Dolayısıyla Türk lirası da geleceğe bakarak güçlü bir dünya para birimi adayı olarak böyle bir simgeye ihtiyaç duydu. Türkiye’nin uzun vadeli global hedefleri ile paralel bir gelişme diye düşünüyorum.
“SİMGE ESTETİK VE TİPOGRAFİK AÇIDAN BİRAZ DAHA İYİ OLABİLİRDİ”
Türk Lirası’nın simgesini siz bir marka uzmanı olarak nasıl buldunuz?
Bu tür semboller sahip olduğu alana ait olmalıdırlar. Bu bir para simgesi dolayısıyla bunun bir para simgesi gibi durması gerekiyor. Türk Lirası’nın yeni sembolünde iki çizgi var. Mesela dolar da yine iki çizgi vardır, Euro’ya baktığımızda da çizgi vardır. Dolayısıyla bunun evrensel bir para sembolü olması için diğer para sembollerinden ayrışması aynı zamanda benzemesi de gerekir. Bu çok hassa bir çizgidir. Daha iyisi yapılabilirdi diye düşünüyorum ama sonuçta iyi bir simge o yüzden olumsuz bakmıyorum. Aslında simgenin el ile yazımına bakmak lazım ve el ile yazımı da kolay. Bir simgenin biraz para birimine benzemesi lazım çok uyduruk yaparsanız insanların bunun para birimi olduğunu anlamazlar bu açıdan Türk lirasının simgesine bakarsak iyi bir simge. Estetik ve tipografik açıdan biraz daha iyisi olmalıydı. Aslında burada yaşanan en büyük sıkıntı bunu böyle halka açık bir yarışma ile yapmaları… Çünkü ülkenin logosunu yapabilecek çaptaki grafiker sayısı belli. Ben olsam en fazla 5 sağlam grafikere verirdim. Tabii ki bu işe yapabilecek insan sayısı çok ama 1000 tane iş arasından seçmek zor oluyor. 3 ya da 5 kariyerli grafikere bu işi verirsin ve onların yaptıkları arasından seçersin.
“YARIŞMA YETERİNCE DUYULMADI”
Yarışma çok mu aceleye geldi?
Açıkçası ben ne zaman başladı ve ne kadar sürede bitti bilmiyorum. Çünkü bu işin içindeyiz biraz duymuş olmayı tercih ederdim. Tabii ki ben de biraz daha iyi araştırma yapmalıydım ama yarışmayı yaparken biraz daha iyi duyurmaları gerekiyordu.
“SİMGENİN TANINMASI İÇİN DİZİLER, ÜNLÜ KİŞİLER KULLANILABİLİR”
Bu simgenin tanınması ve kullanımının yaygınlaşması için neler yapılmalıdır?
Burada bir takım reklam çalışmaları, tanıtım çalışmaları, bunun insanların günlük hayatına yerleştirecek birtakım uygulamalar yapılmalıdır. Sembolik olarak cezalar verebiliriz. Resmi kurumlarda, okullarda yanlış kullananlara sembolik cezalar verilebilir. Bunun dışında tanıtım için diziler kullanılabilir, ünlü isimler kullanılabilir. Bunun birbiriyle entegre şekilde yapılmalıdır. Bu simgenin tanıtımı bürokrasi ile olmaz bu işi reklamcılara, televizyonculara bırakmak lazım çünkü bu yaratıcı bir süreç. Biz bundan yıllar önce paradan 6 sıfırı atıp yeni para birimine geçtik. Ancak bunun tanıtımı o kadar zayıf yapıldı ki Türkiye’de hala insanlar 1 lira yerine 1 milyon lira diyorlar. O yüzden tanıtım çok önemli. İnsanlara bunu anlatmazsanız, yerleşmesi çok uzun zaman alabilir. Bunun için ciddi bir bütçe gerekir ve aynı zamanda doğru çaba harcanmalıdır. Eğer boş bırakırsak insanlar buna alışamayabilir.
Sizce yeterince tanıtım yapılmayacak mı?
Bu konuda çok derin şüphelerim var. Çünkü hükümet milyondan YTL’ye geçerken bunu beceremedi. Bununla ilgili hiçbir tanıtım çalışması yapılmadı. Bu konularda çok eksiğimiz var ve korkarım ki bunu da böyle bırakacaklar. Buna insanların alışması ve tanıtımının yapılması yıllar alabilir.
İnsanlar arasındaki kafa karışıklığı nasıl giderilebilir?
Bizim işte beğeniyi 3. veya 4. sıraya koymamız gerekir çünkü öncelikle bunun stratejik doğruluğu önemli, kullanılabilirliği önemli, doğru algılanması önemli sonra kişisel beğeni gelir. Biz genelde olaya beğeniden başlayıp tartışıyoruz aslında ama beğeninin sonra gelmesi lazım ama benim şahsi beğeni notum iyi birçok açıdan doğru buldum.
Bu simge yurtdışında nasıl tanıtılmalı?
Para birimi, para birimine benzemeli o yüzden çok aykırı bir şey yapmak mümkün değil. Sonuçta simgenin şimdi bütün dünyaya tanıtılmasında fayda görmüyorum. Bütün dünya insanları bizim para birimimizin sembolünü bilecek diye bir şey yok dolar bile bilinirliliğini onlarca senede ulaşmıştır.
“SİMGE TEK BAŞINA BİR GÜÇ DEĞİLDİR”
Başbakan ve Merkez Bankası Başkanı bu simgenin Türk ekonomisini ve Türk parasının gücünü gösterdiğini belirtiyor. Siz bu görüşe katılıyor musunuz?
Tabii ki… Baktığınızda Amerikan ekonomisinin gücü dolardan gelir bu yüzden bir rolü var o yüzden para biriminin iyi bir sembolü olması her zaman iyidir. Ama tek başına bir güç değildir. Sembole bu kadar anlam yüklenmez. Ancak Türkiye bu yolda gidiyorsa ve güçlü bir para birimine sahip olmak istiyorsa iyi bir sembolü olmalıdır. Simgeler böyle anlamlar yüklenilebilir ama bu sokaktaki adam için ise bunun bir para birimi olduğu anlaşılmalı, ikincisi kolay yazılmalı. Sokaktaki insanlar buna bu anlamları yüklemez o biraz hükümetin söylemi ve propagandasıdır. Tabii ki bu doğrudur. İhtiyaç vardı yapıldı bence de fena olmadı.
“SİMGE DEĞİL, GÜVEN ÖNEMLİ”
Bu simge Türk parası ve Türk ekonomisinin markalaşmasına nasıl katkıda bulunabilir?
Önemli bir rolü vardır tabii ki… Amerikan ekonomisi dolara sırtını yaslamış bir ekonomi çünkü dünyanın rezerv para birimi altın kadar değerli olan bir para birimi. Dolar bugün ekonominin temel taşıdır. O açıdan güçlü para birimi çok önemli ve onun sembolleştirilmesi de çok önemli. Ama bir para birimine esas gücünü veren o ülkeye duyulan güvendir. Bugün altın bir madendir ama güçlüdür. Çünkü her tarafta paraya çevirebilirsiniz işte dolar da öyle. Dolayısıyla Türk parasının gücü Türkiye’ye, Türk devletine, Türk ekonomisine duyulan güvenden gelecektir. Bu tür semboller bunu güçlendiren unsurlardır ve mutlaka faydası olacaktır. Ama dünyanın en iyi simgesini de yapsanız sonuçta etkisi çok fazla değil. İyi bir sembol, iyi bir simge ekonomileri çok iyi bir yere getirmez. Ülkeyi iyi bir yere getirecek olan o ülkeye olan güvendir.
“MARKA OLMAK KRİZLERDE HER ZAMAN FAYDALIDIR”
Avrupa’daki kriz nedeniyle birçok ülke kötüleşen ekonomileriyle gündeme geliyor. Bu kriz ülkelerin marka değerlerini nasıl etkiliyor?
Ekonomide yaşanan genel düşüş bütün ticari şirketleri etkiliyor ama markalar her zaman krizlerden daha az etkilenirler. Çünkü marka fiyata bağlı rekabet içinde olmaz, onun sabit ve sadık müşterileri vardır. Markalar bu yüzden hayatını daha kolay sürdürür. Bütün ticaretin yüzde 10 gerilediği bir ortamda markalar belki yüzde 2-3 geriler ya da hiç gerilemez. Marka olmak kriz dönemlerinde her zaman daha avantajlıdır. Kriz dönemlerinde fırsatlar çıkar, elinde imkan olan bunu daha iyi değerlendirir. Bu sektörden sektöre değişkenlik gösterir. Otomobil, inşaat krizlerden daha direk etkilenir marka bile olsanız insanlar yine biraz almaktan çekinirler. Çünkü bu tip sektörler ekonomik güvene çok bağlıdır ama diğer taraftan baktığımızda kozmetik sektörünün krizlerde yükselişe geçtiğini insanların kendilerini kötü ortamda daha iyi hissetmek istediklerini biliyoruz. O yüzden sektörden sektöre değişkenlik gösterir ama marka olmak krizlerde her zaman faydalıdır.

 Güven Borça Kimdir?
ODTÜ Endüstri Mühendisliği bölümü mezunu olan Güven Borça, Eczacıbaşı İpek Kağıt’ta Ürün Geliştirme Mühendisi ve Ürün Sorumlusu olarak görev yaptığı dört yılı takiben Colgate-Palmolive şirketinde altı yıl süreyle Ürün Müdürü, Grup Müdürü, Pazarlama Müdürü pozisyonlarında görev yaptı. Öte yandan Colgate-Palmolive’in global eğitimcileri arasına katıldı; yurt içi ve yurt dışında eğitimler aldı ve eğitim verdi. 1991 yılında “marka” konulu ilk makalesi yayınlandı. Sonrasında Marka Yönetimi başlıklı eğitim çalışmalarını 1993-2003 yılları arasında sürdürdü. 1997 yılından bu yana marka danışmanlığı yapan Güven Borça, Markam AŞ’nin ( www.markam.com.tr ) kurucu ortağı ve yöneticisidir. Danışmanlık dışında marka üzerine makaleler yazmakta, Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi’nde ders vermektedir. İlk kitabı “Bu topraklardan dünya markası çıkar mı” (2002) on baskı yapmıştır. Haftalık Para dergisinde “Reklamlardan Sonra” başlığıyla 2001-2003 yıllarında yazdıklarını aynı adlı kitabında toplamış, üçüncü kitabı “Pazarlama Reçeteleri” 2004, son kitabı “Başka Akmerkez Yok” 2007 yılında çıkmıştır.